“a” kalite televizyon kanalından bir haber...
öSS’den bir gün önceki cumartesi günü, “a” marka bir televizyon kanalı akşam haberlerini veriyor. Spiker haberde, üniversite imtihanlarına giren talebelerin duâ etmek için türbelere akın ettiğini söylüyordu. Kızlı erkekli talebeler türbeleri doldurmuşlar, üniversite imtihanını kazanabilmek için duâ ediyorlarmış. Sadece İstanbul’da değil, memleketin her tarafında ana-oğul, ana-kız, duâ için türbeleri doldurmuş…
Muhabir, talebelere niçin türbelere geldiklerini soruyor. Onlar da, “Elimizden geldiği kadar çalıştık. Şimdi de başarı için duâ etmeye geldik” diyorlar. Ne güzel! Bu bir tevekküldür ve İslâmî bir usuldür. çünkü, Müslüman önce çalışır, tedbirini alır, ondan sonra işi Allah’a havale eder…
Peygamberimiz, kendisini ziyarete gelen birisine, “Deveni nereye bıraktın?” diye sormuş o zat da, “Allah’a tevekkül” demişti. O zaman Peygamberimiz sallallâhü aleyhi ve sellem, İslâm'ın prensibini şu ifadelerle ortaya koydu: önce deveni bağla, sonra Allah’a tevekkül et.
Habere konu olan talebeler, çalışmayıp sadece duâ için türbelere koşmamışlar; önce çalışmışlar…
Ama “a” marka televizyon kanalı, duâ yapmak için türbeleri dolduran talebeleri suçlayacak bir nokta bulmuş, oradan bindirdi de bindirdi. Diğer haberleri normal verirken bu haberi yorumlu verdi.
Haberdeki yoruma göre türbelerden medet umulmazmış. Ne istenecekse Allah’tan istenmeliymiş. Bu kadar uyarılara rağmen türbeler yine tıklım tıklım dolmuşmuş falan…
Doğru! Tabii ki ne istenecekse Allah’tan istenmeli. Allah’tan istenmesi gereken şeyler tabii ki başkasından istenmez/istenmemelidir. Aksi halde bunun îmânî tehlikesi bile var…
Ama mesele tv kanalının ele aldığı gibi değil. Muhabir talebeleri konuşturmuş. Onları dinliyoruz. Talebeler Allah’tan istemek yerine o türbede yatan zattan istiyor değiller. Bunu da açık açık söylüyorlar zaten. Meselâ Bakırköy Zuhuratbaba Türbesi’nde konuşturdukları bir talebe, “Bu zatın hürmetine Allah’tan istiyoruz” diyor. İstediği zatın Allah olduğunu biliyor ve dile getiriyor. Bunun dînen hiçbir mahzuru yok…
Bu gençler, imtihana gireceğiz diye şampanya patlatmamışlar ya, duâ etmeye gelmişler. Daha ne!
Câmiye, duâya, ibâdete çekmeye çalıştığımız gençlerimiz, hiç olmazsa bu vesileyle duâya yönelmişlerse bunun ne kötülüğü var? Ellerinden tutup ibâdete ısındırmak varken, suçlamanın lüzumu var mı?
Bakınız! Hac ve umreye gidenler, Peygamberimiz’in türbesinde duâ ederler. Hem Peygamberimiz’in ruhuna okurlar, hem “Şefaat yâ Resûlallah!” der şefaat isterler, hem de istediklerini O’nun hürmetine Allah’tan isterler. Gidemeyenler de gidenlere, “Orada bizim için de duâ edin” derler. çünkü orası başkadır.
Peygamberimiz’in türbesinde duâ edenler, Allah’tan isteyeceklerini –hâşâ- Peygamberimiz’den istemedikleri gibi, oraya gitme imkânı bulamayıp da buradaki türbelerde duâ edenler de Allah’tan isteyeceklerini o türbelerde yatan zatlardan istiyor değiller…
Türbe ziyaretlerinde hiç yanlış yapılmıyor mu, hiç yanlış ziyaret yapanlar yok mu? Elbette var.
Var ise de, doğrular içinde yanlışlık var diye o doğru iş kötülenmez ve yasaklanamaz, ancak düzeltilir.
Dikkat ediniz! Türbe/kabir ziyareti yapanları ağır bir dille suçlayanlar, İslâm'da olmadığı halde mezarların üstüne çiçek koyan ve ölülere çelenk getirenler hakkında tek kelime etmiyorlar. Etmezler de…
Değerli okuyucular! Şunu iyi bilelim: Vehhâbilik ortaya çıkana kadar, türbe ve kabir ziyaretleri aleyhinde bulunan olmadı. Bu kötüleme Vehhâbilikle beraber başladı, bizde de habire işlenmeye çalışılıyor…
Talebelerin türbe ziyaretlerini, kötüleyen “a” marka televizyon, onun arkasından, inanç, örf, âdet ve an’anelerimizle uzaktan yakından alâkası olmayan “babalar günü” haberini ise ballandıra ballandıra verdi.
Yanlış anlaşılmasın, bahsettiğim “a” marka televizyon kanalı, atv değil. Bizim mahalleli bir kanal.
Aynı kanal, birkaç gün önceki bir haberinde bir şahıstan bahsediyor, o şahsın konuşmaları sebebiyle, Hıristiyanlara karşı cinayetler işlendiğini hatırlatıyordu. Bu arada, “Hıristiyan-Müslüman kardeşliğinden” bahsetmeyi de ihmal etmiyor ve bu kardeşliğin zedelenmesinden duyduğu üzüntüyü ifade ediyordu…
İslâm'a göre, Hıristiyanı bırakın, hiçbir dini kabul etmese de, suçsuz bir kimse asla öldürülemez.
Bu belli de, şu kardeşlik meselesi de ne oluyor? Kur’an-ı Kerim’in Hucurât sûresi 10. âyetinde açık açık, “Sadece mü’minler kardeştir” buyurulduğu ve bu, İslâm inancının temeli olduğu halde, birilerinin “Hıristiyan-Müslüman kardeşliğinden” bahsetmeleri karşısında dehşete düşmemek elde değil…
Dinen, sadece Müslümanlar birbirleriyle kardeştirler. Ama bu, diğer kimselere düşman olacağız demek değildir. Onlarla da, elbette ticârî, siyâsî vs… dostluklarımız olacaktır. Yalnız bu dostluk hiçbir zaman îmânî ve îtikâdî bir dostluk olamaz. çünkü böyle dostlukları mukaddes kitabımız bize yasaklamaktadır…