ŞEKER SANAYİMİZ
(Sanayinin prangaları) Pranga: Eylem engelleridir. Birilerinin çıkarlarına uygun düşmeyen yapılmakta olan bir işi sabote ederek yapılamaz, yürütülmekte olan bir planı yürütülemez, işlemekte olan bir sistemi işleyemez, üretim yapan bir sanayiyi üretemez hale getirmek için geliştirilmiş ve devreye sokulmuş engellerdir.
Mevzubahis olan şeker sanayimizdir. Şeker sanayimiz; ülkemizin ilk sanayilerinden olup bugün 33 adet şeker fabrikası, onlarca sayıda yan kuruluşları ve sanayileri, işkolları, işletmeleri, hizmet sektörü vd olmak üzere adeta kılçık sisteminin balığa verdiği güç ve hareket kabiliyeti gibi ülkemizin her köşesindeki her kurum-kuruluş-üretici-esnaf-kişi ile ilişkili bulunmaktadır. Balığın kılçığı çıkarıldığı takdirde balık nasıl ki sağlıklı, güvenli ve değerli bir besin maddesi olursa, şeker sanayimizin ülkemiz tarımından çıkarılmasıyla beyaz şeker için ithalat kapıları sonuna kadar açılarak ülkemiz dış ülkelerin pazarı haline gelecek, Türk tarımı itici gücünü kaybedecek, ilgili iş kollarının enerji-güç hatlarına ait şartel indirilecek… Velhasıl ülkemiz 83 yıllık lokomotif özellikli bir kuruluşunu kaybedecektir.
Denecek ki, şeker sanayimizle pranga arasında nasıl bir ilişki vardır?
Şeker sanayimiz, 1926 yılından bugüne kadar gelişmesini sürdüren bir sanayi olarak kendi kendini yenileyecek, revize edebilecek, sıfırdan şeker fabrikaları kurabilecek teknolojik seviyeye; tarımsal üretim açısından da ülkenin şeker ihtiyacını yerel kaynaklardan karşılayabilecek üretim yeterliliğine gelmiştir. Ancak ülkemizin 40 yılı aşkın bir zamandır AB’ye girmek gibi bir hedefi ve yumuşak karnı bulunmaktadır. Bu hedef, ülkeye, geriye dönüşü olmayan çok taviz verdirmiş ve vermeye de devam edilmektedir. AB, daha şimdiden kendi içerisinde bir bölünmenin eşiğine geldiği, son aylarda birlik üyelerindeki ekonomik krizden birlik üyesi olmadığımız için zarar görmediğimizi tüm yetkililer övünerek söylüyor olmasına rağmen, birliğin bizim için biçtiği gömleği giymenin gayreti içerisinde bulunmaktayız. Konuyla ilgili olan tarafı ise şeker fabrikalarının blok satışlarla özelleştirilmesidir.
Sorun özelleştirilme değildir. Sorun, özelleştirilmenin, şeker sanayimizin kapatılmasına yönelik tehlikenin üzerini kapatmada şal olarak kullanılmasıdır. Yani, sanayinin sonunu getirecek prangaları görünmez hale getirmedir. Bu bağlamda 4 Nisan 2001 tarihinde çıkarılan Şeker Yasası, şeker pancarı ekim alanını daraltan kota uygulaması, AB’nin 2005 yılında çıkardığı ve 2015 yılına kadar tamamlamayı planladığı Şeker Reformu da sektörümüzün prangalarındandır.
Şeker fabrikalarımızın özelleştirme kapsamına alındığı yıldan bu yana geçen zaman içerisinde sektöre yatırım yapılmamış, verilmekte olan destekler çekilmiş, devlet kamu zararını ödememiş, fabrikalarda gereken modernizasyon yapılmamış, yönetim hantallaşmış, pancar alım sistemindeki yanlışlıklar düzeltilmemiş, buna karşın maliyet yükselmiş… ve kurum zarar eder kuruluş haline getirilmiştir. Bu duruma, Şeker Yasası ile A kotasının %10’u kadar “güvenlik payı” zorunluluğunun getirilmesi, dünyada % 2-3 oranında uygulanan Nişasta Bazlı Şeker (NBŞ) üretiminin % 10 olarak belirlenmesi, yıllık şeker üretim planlamasında Bakanlar Kurulu’na bu oranı % 50 artırma-düşürme yetkisinin verilmesi ile NBŞ sanayinin cesaretlendirilmesi, gümrüklerden kayıt dışı şeker girişinin (yaklaşık bir milyon ton!!!) ve yurtiçinde NBŞ üretiminin kontrol edilemeyişi gibi durumları da ilave etmek gerekir. Çıkar yol olarak da, özelleştirme ya da nam-ı diğer “ver kurtul” yolu bulunmuştur. Özelleştirmeyi cazip hale getirmek için de fabrikalar blok şeklinde satışa hazırlanmıştır. Daha birkaç hafta önce gerçekleşen blok satışların sembolik rakamlarla satışı, işi kolaylaştırmış olmanın göstergesidir. Oysa bu fabrikaların mal varlıkları bu bedelin çok üstündedir (Tokat sigara fabrikası örneği).
Dünya Ticaret Örgütü’nün şeker üretiminde istikrar, yeterli ve sürdürülebilirlik bağlamında AB’ye tanıdığı yetkiyi AB, buna kendi içinde yeterlilik ve sürdürülebilirlilik hedefine yönelik olarak yürürlükte bulunan Ortak Tarım Politikası ile Ortak Piyasa Düzeni gereği 2005 yılında çıkardığı Şeker Reformunu 2015 yılına kadar tamamlamayı planlamaktadır. Reform, rekabet gücü düşük, üretim miktarı az, ekonomisi küçük üye ülkelerinin pancar şekeri üretiminden çekilerek, pancar şekeri üretimini 6 üye ülkenin inhisarına bırakmayı kapsamakta ve şimdiden belirlenen AB üye ülkeleri pancar üretiminden çekilmiş ve 89 adet şeker fabrikası kapatılmıştır. Şeker Reformu, 2015 yılından sonra AB’ye girecek olan ülkelere, pancar şekeri üretmekten vazgeçmesi halinde görüşme yapılabileceğini öngörmektedir. AB, bu reformu 2015 yılına kadar tamamlayamayacağı ihtimaliyle, ülkemize tam üyelik görüşmesinin başlatılmasını 2015 yılından sonraya ötelemeyi dillendirmektedir.
Bu ve diğer prangalar, Cumhuriyetimizle yaşıt ve Türkiye’de tarım kültürünün gelişmesi ve yaygınlaşmasına öncülük ve önderlik yapmış olan şeker sanayimizin ayak bağlarıdır. Konuyla ilgili olarak akla yığınlarca soru gelmektedir. Birkaç tanesi:
*AB’ye girmenin bedeli mevcut çalışan sanayimizi kapatmak ise,
*Üretiminde yeterli olduğumuz bir üründe pazar durumuna geleceksek,
*Sanayinin kapatılmasından sonra işsiz kalacak işçilere iş bulunamayacaksa,
*Sosyal kalkınma, önceki dönemdeki gibi sürdürülemeyecekse,
*Hayvancılığı destekleme projesi ile çelişen bu durum telafi edilemeyecekse…
AB’ye girişte bizi bekleyen bu tehlikelere rağmen kazanımımız ne olacaktır?
Dikkat! Bu yolun sonu kıyamettir. Müneccim olmaya gerek yoktur. Biline…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.