‘Mâlûmu ilâm’ abesliği ve millete tuzak kurma kurnazlığı..
Anayasa Mahkemesi’nin son kararı açıklandığı zaman, Gen. Kur. Başkanı da, tıpkı Anayasa Mahk. gibi, Meclis’i, Meclis iradesini yok sayarcasına, ‘mâlûmu ilâm..’ demişti..
Hayata genelde, elindeki silahın yaptırım gücüyle bakan ve ‘hayatı emir alarak veya emir vererek düzenleyebileceklerini’ sanan ‘asker’ kişilerin böylesine karmaşık bir konuda, bir hukukçu gibi ve kanunen suç olacak şekilde görüş açıklaması ilginçti. Bu, aslında o kararın hangi etkilerle oluştu(ruldu)ğunun da ilânıydı.. Yani, milletin henüz 1 yıl önce kendisine vekil olarak seçip Meclis’e gönderdiği 550 parlamenterden 411’inin oyu, Anayasa Mahk.’nin kararlarının kesin ve herhangi bir itiraz merciinin olmaması fırsat bilinerek yok sayılmıştı.. Ve de bu konu, bu hususlarda bilgisi olmayan ve de ilgisi de olmaması gereken bir Gen. Kur. Başkanı olan yanılmaz generalimiz tarafından alkışlanıyordu‚ ‘mâlûmun ilâmı idi..’ diye..
‘Mâlûmu ilam’ (bazılarının zannettiği gibi, ilân değil, ilâm) ‘zâten bilineni bildirmek’ mânasındadır.. Onun için de, gerçekte, bilineni bildirmenin, mâlûmu ilâm’ın abesle iştigal (meşgul olmak) olduğu’, meşhur bir sözdür..
Bu abesle iştigal, bazen kurnazlığı hissettirmemek için de çıkar karşımıza..
Taraf, geçen gün, bir belge açıkladı.. ‘Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlıkları tamamlanan ve Eylül 2007’de yürürlüğe konan “Bilgi Destek Faaliyeti Eylem Planı” uyarınca, kamuoyunu; “irticacı hareketlerin sorumlusu” olarak görülen hükümete,/ “milli devlete karşı” olarak nitelenen yeni anayasa paketine,/ “terörist” olarak adlandırılan DTP’ye karşı TSK’nın görüşleri doğrultusunda yönlendirmek için bir dizi karar alındı.’ sunumuyla..
Buna göre; ‘Medya kullanılmalı, kanaat önderleri kullanılmalı, sanatçılar kullanılmalı.’ idi.. (…) Aydınlatma timleri kurulacak’. ‘Toplum bilgilendirilecek’ idi..
*
Doğrusu, Taraf’ın yaptığı da -kurnazlık ve abesle iştigal olmayan bir şekilde-, bir ‘mâlûmun ilâmı’ idi.. çünkü, o belgede söylenenler, bu konulara az-biraz ilgi duyanlarca ve ‘İttihad-Terakkî’den beri zâten bilinen şeyler..
Bu ‘mâlûmun ilâmı’nın, Gen. Kur. tarafından‚ ‘komuta kademelerinde onanmış böyle bir belge ve çalışmanın olmadığına’ dair yalanlanması ise, daha bir ‘mâlûmu ilâm..’
çünkü, bu gibi iddiaların, belgelerin hangisi, kabullenildi ki..
Bilinmektedir ki, ihtilaller durup dururken olmuyor.. Nice gizli çalışmalar, çengel atma, kadrolaşma ve komiteleşmeler.. Ve sosyo-psikolojik şartların oluşması için birtakım tertib ve tahrikler.. (Hatırlayalım, 2. Or. Kom. Org. Bedreddin Demirel, -12 Eylûl 1980’de yapılan- ‘askerî darbeyi aslında Temmuz 1979’da yapacaktık, ama, şartlar oluşmamıştı, biraz daha beklemek gerekti..’ diye yazmıştı, hâtırâtında.. Yani, o süre içinde, binlerce insanın daha anarşi ateşi içinde erimesi gerekiyordu..)
Dz. Kuv. eski Kom. oramiral özden örnek’e aid olduğu iddiasıyla Nokta dergisinde yayınlandığında dâva konusu olan ve amma, o komutanlığın bilgisayarlarından çıktığı mahkemece de kabul edilen ‘Günlük’ler ve orada sözkonusu edilen darbe oluşumlarına dair verilen onca ilginç bilgiler de, sadece ö. örnek’in reddetmesiyle yargı kontrolü dışında kalmamış mıydı?
Taraf, yayınladığı belgeyi, ‘Yargıyı TSK çizgisine getirmek’ şeklinde değerlendirmişti..
Sadece yargıyı mı? Her şeyi.. Hattâ, dini bile. ‘…Yüce din duygularının Mehmetçiğin muharebe sahasındaki motivasyonu açısından önemli olduğu vurgulanacaktır..’ ifadesi bunun bir açık delili.. Askeri, öldürmeye ve öldürülmeye başka nasıl sürebilirsin?
Ama, ‘din istismarı’nın daniskası, işte bu!
çünkü, askerler, hayatı bir ‘sürekli savaş alanı’ olarak gördüklerinden, sürekli ‘savaş oyunları’ düzenlerler.. Ve onlar hep, kazanmaya, emretmeye indekslenmişlerdir. Böyle bir savaşın kazanılması için de, akla-hayale gelen-gelmeyen her şey devreye girer..
Bugün Türkiye’de verilen mücadele bir basit siyasî mücadele değil; bir ideolojik mücadeledir.. Konunun şahsîleştirilmeye, Tayyîb Erdoğan’la özdeşleştirilmeye ve ‘Tayyîb nasıl buharlaştırılır..’ noktasında tutulmaya çalışılması bir yanıltma taktiğidir..
T.Erdoğan, gerçekte, bir kişi değil; asırlardır ezilen halk kitlelerinin geçmişte örnekleri pek fazla olmayan ve halkı/ insanı, devlet için değil, devleti insan için bilen bir anlayışın sembolü olarak geniş kitlelerin sevgisini kazandığı için, yani kendilerini elit ve seçkin olarak bilen mütegallibe zümresi’nin, ‘taife-i laicus’un karşısına, ‘halkın evladı’ olarak çıkan bir isim.. Ve asıl mücadele de, bu temelde veriliyor..
Mesud Yılmaz’ın, ‘rejimin korunması’ kaygularıyla, ‘parti kapatmaları savunması ve generallerin kışlalarına çekilmelerinin istenmemesi’ne ve, ‘Türkiye’nin özel şartlarının Avrupa’lılar tarafından anlaşılamadığı’na dair; AB kuruluşlarında geçen hafta boyunca dile getirdiği görüşlerin temelinde de işte bu mücadele var. (Mesud Yılmaz’ın yolsuzluk suçlamalarından beraet etmeyip, zamanaşımı yoluyla kurtulduğunu hatırlattığımız için, bana 1 yıl öncelerde, müslümanca niyetlerle mesajlar çektiklerini belirten Rize’li nice hemşehrileri, şimdi, yine de kalb huzuru içindelerse, onlara iyi uykular..)
Sanılıyor ki, biz Tayyîb Erdoğan’ı tutuyoruz. Halbuki, biz onu, bu tarihî-sosyal mücadeleye dikkat çekerek, bugünkü şartlarda destek verilebilecek bir kişi olarak görüyoruz, o kadar.. Ve bu bitmez bir mücadeledir.. Milletle hesablaşanlar karşısına daha nice Erdoğan’lar da çıkar.. Esasen, ‘taife-i laicus’un şaşkınlığı ve çaresizliği de buradan geliyor..
Alınız size, Cum. gazetesinin secili-kafiyeli yazılarıyla bilinen bir yazarının, 21 Haz. günü yazdığı ‘AKP’nin salt hukukla yenilemeyeceğini, başka yollar bulunması gerektiği’ne dair yazıdan birkaç satır: ‘Dava... Velev ki kapatma ile sonuçlandı, AKP’nin yerine kurulacak parti zaten hazır. Yeni parti Erdoğan’ın işaret edeceği kişinin liderliğinde hükümeti kurup seçim kararı alacak. AKP ardılı parti tek başına iktidara gelip, yoluna devam edecek! (…) Bize göre de AKP tipi, (…) bir partinin salt hukukla durdurulması olanaksız...’
Geçen gün de, M. Soysal, Kanadoğlu ve benzerleri, Anayasa Mahkemesi’ne taktik vermeye çalışıyor ve ‘Mahkeme kapatma kararı verirse, siyasetten yasaklananların, bu dönemde Meclis’e tekrar giremeyeceklerine dair bir hüküm koymalıdır..’ diye yazıyorlardı..
Görüyorsunuz, akılları entrikalara nasıl da çalışıyor. Abdurrahman bey de, Erdoğan’ın yasaklanması halinde, ‘makamından istifa edip, yeni hareketin başına geçmesine engel olmak için, siyasetten yasaklanması istenenler listesine Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü de eklediklerini’ itiraf etmemiş miydi?
Evet, bu basit bir şahsî ve siyasî dalaşma değil.. Halkın çocuklarının, egemenlerin koyduğu kurallara meydan okumaya kalkışmalarından kaynaklanan bir mücadele.. Nesiller boyu da sürecek.. Bin yıllar da sürse..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.