Kamil insanın özellikleri ve yaşanmış ibretlik bir olay..
Ankara’dan Hüseyin Yazıcı bir mesaj göndermiş.. Mesajının özü şöyle; “Sami Bey, ben VAKİT gazetesini uzun süredir takip ediyorum.. Siz de yazılarını zevkle okuduğum yazarların başında geliyorsunuz.. Sorum şu; kemale ermiş gibi görünen kimi insanlarda zamanla bazı erozyonlar görülüyor.. Niye oluyor bunlar?.. Geçmişte sizin kamil insanların vasıflarını anlatan bir yazınız vardı.. Gerçek manada kamil insan nasıl olmalıdır?.. Tekrar yazarsanız, memnun olurum.. Size ve VAKİT gazetesinin değerli çalışanlarına selam ediyorum..”
İltifatlarından dolayı Hüseyin Beye teşekkürlerimi sunuyorum.. Evet kamil insanın vasıfları nasıl olmalıdır?.. öyle bir yazı yazmıştım ve o nitelikleri maddelerle sıralamıştım.. Tabii başta bendeniz olmak üzere insanlarımız bu vasıfları bünyesinde ne kadar barındırıyor, o da ayrı bir konu..
Hüseyin Yazıcı’nın isteğini biraz da kısa tutarak, az ama öz bir şekilde yerine getiriyorum..
“Kamil insan, emanete ihanet etmez.. Halinden şikâyet etmez.. Büyüğüne emretmez.. Cahillerle sohbet etmez.. Nefesini boşa tüketmez.. İnsanları bekletmez.. Etrafını kirletmez.. İmanından şüphe etmez.. İnsanları katletmez.. Hayatını mahfetmez.. Kimseye minnet etmez.. Kimseye küfretmez.. Kötülüğe meyil etmez.. Malını boşa sarf etmez.. Kimseye beddua etmez.. Sırrı açık etmez.. Her şeyi merak etmez..
Devamlı iyiliğe niyet eder.. Büyüklere hürmet eder.. Sıkıntıya sabreder.. Aza kanaat eder.. Sözünde sebat eder.. Bildiğinle amel eder.. Hatayı kabul eder.. Daima ibadet eder.. Yaramaz ise def eder.. Var iken tasarruf eder.. Alimlerle sohbet eder.. Nefis ile inat eder.. Sofraya davet eder.. Zararlıysa men eder.. Seviyorsa ifade eder.. Misafire ikram eder.. Muhtaca yardım eder.. Bilse de istişare eder.. Tehlikeye dikkat eder.. Hakkı teslim eder.. Unutacaksa kaydeder.. Gariplere merhamet eder.. Kazanmaya gayret eder.. Müminlere dua eder.. çalışanı takdir eder.. Başarıyı tebrik eder.. Mazereti kabul eder.. Her an tevekkül eder.. Hastaları ziyaret eder.. Herkese tebessüm eder.. İnanmayana ispat eder.. Hayır için sarf eder..”
Evet değerli okuyucularım; bu hasletleri üzerinizde taşıyorsak ne mutlu bize.. Taşımıyorsak şayet, bu maddelere uyalım..
Uyalım ki gerçek mutluluğu tadalım..
-
TAD BULAMIYORSAN O DA KENDİ NOKSANIN!..
Abdülhak Hamid Tarhan’ı bilirsiniz... Devrinin kuvvetli şairlerindendi.. Kendisine “şair-i azam” lakabı takılmıştı.. Aynı zamanda devlet adamıydı.. Görüntüsü klasik 0smanlı fotoğrafına uymuyordu.. çenesindeki top sakalıyla, yuvarlak ve tek çerçeveli gözlüğüyle “Fransız”ları andırıyordu..
üstad, 1883 yılında Hindistan-Bombay sefiriyken çok sevdiği eşi Fatma Hanım hastalanır ve İstanbul’a dönme kararı alırlar.. Fatma Hanım, uzun vapur yolculuğuna dayanamaz ve Beyrut’ta vefat eder.. Abdülhak Hamid’in adeta dünyası yıkılmıştır.. Merhumeyi Beyrut’ta defnederler.. Bunun üzerine bugün bile dillerden düşmeyen MAKBER’i yazar, Abdülhak Hamid Tarhan!.
Makber, daha sonra Rast makamında Mehmet Baha tarafından bestelenir ve “gazel” olarak okunur.. Makber’i gelmiş geçmiş en iyi okuyan kişi ise rahmetli Hafız Burhan olmuştur..
Sırası gelmişken o unutulmaz eseri sizlere hatırlatayım;
“Her yer karanlık pür-nûr o mevki.. Mağrip mi yoksa makber mi yâ Râb.. Ya habgâh-ı dilber mi yâ Rab.. Rüya değil bu, ayniyle vâki..”
Kabri çiçekten bir türbe olmuş.. Dönmüş o türbe bir haclegâhe.. Bir haclegâhe dönmüşse türben.. Aç koynunu aç, mâ-şukanım ben..”
Abdülhak Hamid hanımının vefatına çok üzülür.. Ardından İstanbul’a döner ve Lüsyen isimli bir Yahudi hanımla hayatını birleştirir..
Abdülhak Hamid, Servet-i Fünun’cu bir şairdir.. Bir başka deyişle, şiiri Arap ve Fars edebiyatından kopartmak isteyenlerin başında gelir.. Recaizade Mahmud Ekrem, Cenap Şahabettin, Tevfik Fikret ve diğerleriyle birlikte hareket eder..
Abdülhak Hamid gün gelir yaşlanır, hastalanır ve daha iyi bakım için Teşvikiye Şifa Yurdu’na yatırılır.. Sevenleri ve talebeleri ziyaretine gelirler.. Bunlardan biri de Milli Eğitim Bakanlığı da yapmış olan Hasan Ali Yücel’dir..
Bir Pazar günü hocasını ziyaret eder Hasan Ali Yücel.. Fakat Abdülhak Hamid hastalığından dolayı çok sıkıntılı ve ümitsizdir.. Kısa bir muhabbetten sonra Hasan Ali Yücel, üstadın ellerini avuçlarının arasına alarak sorar;
“Nasılsınız Hocam?..”
Abdülhak Hamid, keyifsiz bir biçimde cevap verir;
“TAD YOK GECESİNDE GüNDüZüNDE,
NEYLEYEYİM BU YERYüZüNDE..”
İfadeden anlaşıldığı gibi üstad hayli bedbindir ve hastalığından ötürü belki de bir an önce dünya değiştirmek arzusundadır.. Bu olay 1935’li yıllarda yaşanmıştır ve Hasan Ali Yücel o sıralarda devrin yarı resmi ajansı konumunda bulunan Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır.. Abdülhak Hamid Tarhan’la aralarında geçen konuşmayı ertesi gün “tecessüsler” isimli köşesine taşır..
Hasan Ali Yücel’in yazısını vatan şairi ve İstiklal Marşımızın müellifi Mehmet Akif Ersoy da okumuştur.. Mehmet Akif bu yazı üzerine bir şeyler karalayarak talebesine döner ve şöyle söyler; “Evladım al bu zarfı doğruca Teşvikiye Şifa Yurdu’na git, orada yatan dostuma ver!. Acil şifalar dilemeyi de unutma..”
“Peki Hocam” diye cevap verir talebesi ve doğruca Abdülhak Hamid’in yanına gider.. “Efendim, Hocam Mehmet Akif, size en kalbi şifa dileklerini, selamlarını söyledi ve şu zarfı verdi” der!..
Abdülhak Hamid, zarfı açar ve okur.. Hem okur, hem de dalar gider..
Şöyle yazmıştır büyük şair Akif;
“TADI VARDIR RUZİ ŞEBİ DERYANIN,
TAD BULAMAZSAN O DA KENDİ NOKSANIN..”
Kıymetli dostlarım; hayattan zevk alma kabiliyetlerini kaybedenlerin işi zor.. Tabii o biraz da inançla alakalı.. İnsanoğlu, en kötü durumlarda bile keyif alacağı, ya da tevekkülle karşılayabileceği bir şeyleri yakalayabilir..
Yeter ki iyi ve güzel düşünsün!.
Güzel düşünen mutlaka güzel görür..