Futbol “oyun”u, duanın gücü ve ümmet bilinci
Futboldan anlamam ama futbolun futboldan ibaret olmadığı gerçeğinden haberdarım. Dahası, “futbol futboldan başka herşeydir” abartısına da hak verenlerdenim. Gerçek şu ki, bugünün dünyasında futbol; ekonomik manada tam bir sektör hatta endüstri, müthiş bir reklam/propaganda imkanı, psikolojik anlamda çok etkili bir moral/motivasyon aracı, sosyolojik planda ise milyonları peşinden sürükleyen çok etkili bir uyutma/uyuşturma vesilesi ama aynı oranda da kimlik bilincini besleyip pekiştiren, toplumların şuur altlarında saklı ortak duyguları açığa vuran coşkun bir muharrik güç. Bir ‘oyun’ değil bir sosyolojik vakıa.
Sözü Türkiye A Milli Futbol Takımı’nın Avrupa Şampiyonası’ndaki ‘olağan üstü’ / ‘olağan dışı’ başarısına getireceğimi çoktan anladınız. Bir hatırlatma ile girelim: İki hafta önceki “Namaz Fobisi” başlıklı yazımda 24 Nisan tarihli gazetelerdeki ‘Milliler Cuma Namazında!’ başlığına yer vermiş, devamında da Fatih Terim’in; “Futbolcum Cuma namazına giderken canlı yayın arabasının orada ne işi var?” sitemine dikkat çekmiştim. Malum çevrelerin oldum olası millilerimizin namazına taktıkları malum. Hakan Şükür’ün şahsında “namazlı-niyazlı” futbolcu tipolojisinin gençlik için olumlu manada etkin bir rol-model oluşturmasından rahatsız olan şerirler, “dualı-şükürlü” futbolcuları gözden düşürmek için her yola başvurdular; onların oruçlarını, namazlarını, hanımlarının örtülerini vs. karalama vesilesi yaptılar. Yaptılar da ne oldu?! Bu saldırılar millilerin azmini, hırsını, gayretini biledi; manevi duygularını daha bir güçlendirdi, namaz-dua-şükür bilinçlerini derinleştirdi ve Allah (c.c) da onların olağanüstü gayret ve mücadelelerine eşlik eden samimi dua ve niyazlarına icabet buyurdu. Böylece başarı geldi.
Milli Takımın başarısını ilk başta birçoğu “tesadüf”le, “şans”la izah etti. Dediğim gibi, futboldan anlamam; ama her işte olduğu gibi bu olayda da inanmanın, kendine güvenin, olaya konsantre olmanın, sonuna kadar pes etmemenin, umudunu yitirmemenin ne denli belirleyici olduğu aşikar. Nitekim Milli Takımlar Teknik Direktörü Terim'in, çekleri yendikten sonra yaptığı basın açıklamasında, oyuncularını soyunma odasından "Allah sizi utandırmasın" diyerek yolcu ettiğini söylemesi oldukça anlamlıdır. Meselenin tesadüf’le izahına en ilginç cevabı ise bir Yunan gazetesi (Sport Day) verdi: “Terim'in takımı akla hayale gelmezi başardı... Allah onların yanında. Tekrarlanan tesadüf, tesadüf olmaktan çıkar. 9 gün içinde Türkiye 3. kez kaybedilen bir maçı almayı başardı.” Kaldı ki biz, “tesadüf”e değil, “tevafuk”a inanırız; yani insanlar kendi irade ve çabalarını ortaya koyarlar; Mutlak İrade de muvafık buyurduğunu hasıl eder. Milli Takım’ın iyi kurgulanmadığı, iyi hazırlanmadığı, iyi yönetilmediği vs. iddia edilebilir, ediliyor da. Lakin, özellikle son dakikalarda takımı ateşleyen unsuru kimse görmezden gelemez. Hele yukarılara yukarılara kalkan elleri, kıpırdayıp duran dudakları görmemek için, kalp gözlerinin perdeli olması gerekir. Tabi ki, batmak üzere olan gemide yapılan ihlaslı duaların kıyıya ulaşınca unutulduğu bir gerçek; ama bu çocukların namaz-niyaz bilinçlerini ve duânın gücüne inançlarını da biliyoruz. "Türklerin oyuncularını anlamıyorum. Ama onların kazanmalarında anlamadığım başka bir olay daha var." diyen Hırvat Milli Takımı Teknik Direktörü Biliç ise duânın gücünden habersiz. Ama, "Bunu başarmak için çok çalıştık; ancak bize dualarıyla destek olan 70 milyon insanımızı unutamayız. Onların da duaları sayesinde yarı finale yükseldik." diyen Volkan Demirel; "70 milyon insanı bırakın, bütün dünyadaki Müslümanlar bizim için dua ediyor. Onların dualarıyla önce gruptan çıktık, şimdi de yarı finale yükseldik. İnşallah bu dualarla finale kadar gideceğiz." diyen Emre Aşık, “bu gece şükür gecesi” diyen Arda vd... bu gücün farkındalar. Hele Hırvatistan maçında son saniye golünü atan Semih Şentürk’ün, "Top önüme geldi, Allah'ın verdiği güçle vurdum ve topu ağlara gönderdim." diye konuşması Mutlak İrade’ye teslimiyeti yansıtıyor.
Futbolun toplumların şuuraltlarındaki ortak duyguları harekete geçirmesine gelince: Türkiye’nin Hırvatistan’ı yenmesi; Boşnaklar başta olmak üzere Arnavutluk, Makedonya(üsküp, Gostivar, Ohri...), Kosova Müslümanlarını, Azerbaycan Türklerini, Mısır, Libya vb. bir çok Arap ülkesini, Malezya ve Endonezya Müslümanlarını, hatta Afrika ve diğer yerlerde yüzyıllardır Batılılarca ezilen ülke halklarını sokağa döküyorsa; bu öncelikle şuuraltlarındaki “ümmet bilinci”nin, ikinci planda da sömürgecilerden öç alma arzusunun dışa yansımasıdır. Spor yazarı Uğur Meleke'nin tribünde yaşadığı ilginç olayla bitirelim:
“Golü attığımız anda anında yanımdaki arkadaşa dönerek sarılmışım. Büyük bir sevinç içerisindeydim. Kendime geldiğimde bir de baktım ki sarıldığım kişi bir Tunuslu. Hayatımda ilk kez gördüğüm Tunuslu ile sarmaş dolaş olmuşuz, farkında bile değildim. Türkiye gerek 2002'de gerekse burada öteki dünyanın temsilcisi ve sesi oldu biraz da... Türkiye yalnızca Türkiye değil burada... Asla yalnızca Türkiye değil...”
Bir “oyun”, derûnumuzda saklı ümmet bilincini açığa çıkardı; bu bilinci fiiliyata geçirmek ise bize düşüyor
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.