Adalet talebi

Adalet talebi

Adalet, Müslümanların en hassas oldukları veya olmaları gereken konudur. Bir bakıma Müslüman olmak ile olmamak arasındaki ayırım çizgisi adil olmak ile olmamak arasında çizildiğinde aynı şey yapılmış olur. Şu kadarını söyleyelim, İslam'ın özü olan "tevhid" ve "şirk" de bir adalet meselesidir, günahlar da yine bir adalet meselesidir. Kendine kulluk ettirenler hadlerini, yani adalet çizgisini aşmış oluyorlar. Kula kulluk edense basitçe kendi kulluk hakkını canının isteğine bağışlamış olmuyor, böyle yapmakla o da hem kendi nefsine hem de başkalarına zulmetmiş, dolayısıyla adaleti çiğnemiş oluyor.

Adalet herşeyi yerli yerine oturtmaktır, herkese hak ettiğini vermektir, cezaysa ceza, mükafatsa mükafat, neyse o. O yüzden adalet sadece yargı müessesiyle ilgili bir konu değil, bir varoluş felsefesi bir hayat tarzıdır. Yargıyla ilgili boyutu kadar davranış tarzlarıyla ilgili bir boyutu da, gelir dağılımıyla ilgili bir boyutu da vardır adaletin. Aslında adaleti değmeyen hiç bir konu yoktur.

Bugünlerde Hrant Dink davasıyla da, Madımak davasıyla da ilgili olarak gelinen nokta adaletin aksıyor olduğunu fazlasıyla hissettiriyor, hissettirdikçe acıtıyor.

Madımak'la ilgili davanın zaman aşımına uğraması adalet duygusunu zedeliyor. Ancak birileri zaman aşımının hedefi olarak sadece yakalanamamış ve yargı önüne çıkarılamamış olan beş kişiyi hedef olarak gösteriyor. Dün Özlem Albayrak'ın çok yerinde sorusuyla "o beş kişinin bütün Madımak'ın tek hedefi ve tek sorumlusu gibi gösterilmesi" davayla ilgili esas adalet sürecini aksatan, şeylerden biri değil mi? Madımak'ta vahşice bir insanlık suçu işlenmiş, bu doğru, ama bu suçun asıl failleri nerde? O beş kişi mi?

O beş kişinin gelinen noktada olayın asıl faillerine, üstelik, bağıranlar arasında saf tutarak gizlenme fırsatı vermekten başka bir rolleri var mı?

Kalabalık toplantıktan sonra valinin veya jandarmanın veya özel harekat birliklerinin olaydaki inanılmaz senkronik uyumlu ihmallerini veya kusurlarını bir yana bırakalım. O katliamın soruşturmasına şuradan ve yeniden başlamak gerekmez mi?: O günlerde başka Alevi kanaat önderlerinin bütün ısrarlara rağmen Pir Sultan Abdal şenliklerini Sivas'ın merkezinde yapmakta diretenler ve böyle bir gösteriye Peygamberin Ehl-i Beytinin namusuna dil uzattığı için Müslüman dünyanın nefretini kazanmış olan Salman Rushdie'nin kitabını meydan okurcasına Türkçe'ye çevirmeye kalkan Aziz Nesin'i Sivas'a getirmekte inat edenler bugüne kadar hiç bir açıklama yapmaya davet edildiler mi? O günlerde Pir Sultan Abdal'ı anmak için Sivas'a davet edilecek son bir kişi bile Aziz Nesin olmazdı.

Düşünün bir. Yaptığı şey Alevilerin de en hassas olduğu Ehl-i Beyte en ağır hakaretlerde bulunulan bir kitabı Türkçeye çevirmek olan ve İstanbul'da bile en yoğun protestolara hedef olan bir ismin Sivas'a o şartlar altında üstelik Pir Sultan'la ilgili bir toplantıda ne işi vardı? Hangi akıl bu organizasyonu üstlendi? Akabinde meydana gelen olayın fecaati bu sorunun sorulmasını hep bastırıyor ama nereye kadar? Ya Abdülkadir Selvi'nin geçen gün ortaya serdiği işin içindeki artık gizlenemeyen andıç görüntüsünün bir parçası da aşırı eğretilik değil mi?

Madımak'ın hesabı sorulmalı. Adaletin tesisi kesinklikle bunu gerektiriyor. Ama sonuna kadar en radikal şekliyle sorulmalı. Öyle son dakikada sahneye girmiş, hangi amaçla olursa olsun o katliama, o cinayete ortak olmuş herkesle birlikte, sadece o beş kişiye takılıp kalmadan, ama mutlaka onları da katarak.

Hrand Dink davasının seyri içinse şimdilik bir şey söylemeyeyim, "adalet talebimiz var" başlıklı, benim de aralarında bulunduğum girişimin bildirisine bırakıyorum sözü:

"BİZ BU DAVANIN TABİİ TARAFIYIZ YENİDEN, HUKUKA UYGUN, KAPSAMLI VE SAHİCİ BİR YARGILAMA İÇİN ÇALIŞACAĞIZ

Hrant Dink'in katledilmesinin üzerinden beş yıl geçti.

Ancak aradan geçen onca yıl boyunca, bu cinayetin bütün boyutlarıyla aydınlatılması için gerekli irade oluşmadı. Varlığı herkes tarafından bilinen derin fail ortaya çıkarılmadı. İlk günden itibaren, adaletin tahakkukunu önlemeye yönelik kolektif bir bürokratik direnç sergilendi. Bu cinayetin aynı zamanda kendisini de hedef aldığı siyasi irade ise bu direnci kırmak ve adil yargılamanın gerçekleşmesini sağlamak için gereken iradeyi ortaya koyamadı. Kısacası bu cinayeti gerçekleştiren örgüt, yapı ve işleyiş ortaya çıkarılıp cezalandırılamadı, hak yerini bulmadı.

Adaletin yerini bulmasını bekleyen bizler, bu tablo karşısında derin bir hayal kırıklığı içindeyiz.

"Hak" söz konusu olduğunda, Müslümanlar meselenin tabiî ve zaruri tarafıdırlar.

"Bir insanı haksız yere öldürenin tüm insanlığı öldürmüş" gibi olduğuna inananlar, her durumda adaleti üstün tutmak ve hakikatin şahitliğini yapmakla yükümlü olanlar, bu aleni haksızlık karşısında da susamazlar ve inançları gereği müdahil olmak zorunda oldukları bir davaya kayıtsız kalamazlar.

Müslümanların adaletten yana ağırlık oluşturması ve bu davanın hukuka uygun bir şekilde sonuçlanması için ihtiyaç duyulan desteği sağlaması, adaletin tahakkuku bakımından hayati bir önem taşımaktadır.

İslami hassasiyet sahibi tüm kişi ve kuruluşları kendi davalarına sahip çıkmaya, sorumluluklarının gereğini yerine getirmeye ve heba edilen beş yılın ardından, kapsamlı ve sahici bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için her kesimden vicdan sahibi insanlarla beraber daha aktif bir şekilde çalışmaya davet ediyoruz."

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi