Muhalefet ne istediğini biliyor mu?
Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması ile ilgili yapılmakta olan düzenlemenin tartışılma (aslında tartışılmama) biçimi, toplum ve siyasetin, ama özellikle sözümona sol siyasetin bütün malullüklerini yine nüksettirdi. Kemalist sol için sözkonusu olan eğitimse herşey teferruattır, çünkü Cumhuriyet döneminde bütün varlık nedeni eğitim olmuş.
"Eğitim şart" diye diye bütün toplumu en dar dünya görüşüne sokuşturup terbiye ederken bununla nasıl bir sığlığa toplumu mahkum etmiş olduğu malum. Tevhid-i Tedrisat adı altında alabildiğine tekdüzeleştirilmiş eğitim sisteminden nasıl bir felsefe, nasıl bir mimari, nasıl bir siyaset, nasıl bir teknik çıkmış, nasıl bir demokrat kişilik ve nasıl bir iş ahlakına sahip insan tipi çıkmış? Bunun daha doğru dürüst hesabı bile görülmedi çünkü orası hâlâ el atılabilecek gibi değil, durum tam bi fecaat.
Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması girişimi aslında eninde sonunda teknik bir konu. Bu konunun eğitim bilimcileri, pedagoglar, psikologlar, sosyologlar tarafından tartışılması gerekir. O düzeyde alındığında bu konu üzerinde büyük fırtınalar koparılmayı gerektiren bir konu değilmiş gibi görünür. Oysa bir çok tartışmada olduğu gibi, galiba hepsinden daha çok olmak üzere, bu konu, bir anda içeriğinden tamamen bağımsızlaşıp tam bir sembolik kavga alanı haline geliyor.
Ama yine de işin özüne bakıldığında, tarafların taleplerinin veya itirazlarının kristalleştiği âna bakıldığında ilgniç bir durum çıkıyor. Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmasını isteyen ve bu açıdan aslında çağdaş dünyaya doğru bir adım atan muhafazakar bir iktidar, bir ölçüde ona destek veren Türk milliyetçisi-muhafazakar bir muhalefet var, diğer tarafta ise bu eğitim süresiyle oynamaya şiddetle muhalefet eden ama sonuçta devlet eğitiminden daha fazla yana olan bir sol ve kürt-milliyetçisi muhalefet var.
Başka ne var?
Bir yanda 12 yıllık eğitimi ilk 4 yıldan itibaren kademeli kılarak insanlara daha fazla seçme özgürlüğü tanımayı öneren bir iktidar teklifi var.. Bu iktidar böyle yapmakla aslında eğitimi kendisinin tek söz sahibi olacağı bir alan olmaktan çıkarıp ebeveynin veya öğrencilerin seçme alanını genişletmiş olmak istiyor. Buna ise muhalefet itiraz ediyor. Böylece iktidarın kendisini de bağlamak üzere sunduğu seçme özgürlüğünü reddediyor. Sonuçta iktidarın kontrolünde bulunan eğitim sisteminin çeşitlenmesine ve seçme imkanı sunmasına itiraz ediyor.
Bu ne kadar tuhaf bir durum? Yarın iktidara geleceği azıcık muhtemel olsa, CHP belki de kendi iktidar döneminde kullanmayı düşündüğü bir iktidar imkanının bugün AK Parti tarafından budanmasına karşı çıkıyor diye anlaşılabilirdi. Oysa görünür gelecekte böyle bir ihtimal de yok.
Yani tuhaflığı biraz daha net ifade etmek gerekirse, getirilen sistem, hiç kimseye zorla belli bir eğitimi dayatmıyor, aksine varolan dayatmacı sistemi kaldırıyor. CHP'liler, KESK'liler, hatta BDP'liler ise kendilerine de dayatma istemiş oluyorlar. Sekiz yıllık esnemeyen kesintisiz eğitim tam bir dayatma sistemi ve bu AKP eliyle de olsa devam etsin istiyorlar. Muhalefet gerçekten ne istediğini biliyor mu?
Sol veya demokratik gösteri adına sokaklara dökülen sendikacı kitleler ne istiyorlar peki? Muhtemelen 27 Nisan sürecinden beri hiç göstermedikleri kadar sert ve hırçın muhalefeti, ne vesileyle göstermiş oluyorlar? Bu süre içinde kendileri için veya kendi üyeleri için hiç bir şey istemiyor olmaları ibretlik yeterince ibretlik bir durum. Kendileri için bir şey, bir hak, bir özgürlük, istemiyorlar ama başkalarının haklarının, özgürlüğünün kısıtlanmasını, kısıtlanmaya devam etmesini istiyorlar.
Sendika mücadelesinin içine düştüğü bu durum da Türkiye'deki sol siyaset için kapak olsun.
Bunu yaparken sergiledikleri bu hırçınlık çok ürkütücü. Çünkü bu hırçınlık kendine bir hak talep edenin anlayışla karşılanabilecek hırçınlığı değil, başkasının özgürlüğüne karşı bir hazımsızlığın ifadesi. Yok edici, faşizan bir hırçınlık. Cumhuriyet mitinglerinde de ayın faşizan hırçınlık vardı.
Cumhuriyet mitinglerindeki kitleler de kendileri için bir şey istemiyordu, ama başkalarının varlığına karşı bir şey istiyorlardı. Başkalarının özgürlüğünün kısıtlanmasını, başkalarının bazı haklardan mahrum kalmasını istiyorlardı. Eşi örtülü birisi cumhurbaşkanı olmasın istiyorlardı. Bu ayırımcılık demokratik bir form içinde, bir miting olarak, bir gösteri olarak, ifade ediliyordu. Bu isteğin bu kadar ısrarlı ve hırçın bir formda ifadesi, demokratikleşme ve insan hakları seviyesine karşı gerçek anlamda bir tehdidin hala yaşıyor olduğunu gösteriyor..
Türkiye'de sol adına ortaya konulan bu zavallılık, CHP'de de hiç bir şeyin değşimediğini, değişmesinin de ne yazık ki kolay olmadığını gösteriyor. CHP bu hazımsızlığı sergiledikçe AK Parti oylarını yükseltiyor. Sonra dönüp bütün bu olayları tersinden okumak durumunda kalıyor:
Neymiş?
27 Nisan'ı AK Parti askerle birlikte kendi oylarını yükseltmek için tezgahlamış.
İş o raddeye gelince her şey gerçekten de öyle tersinden görünür. Mesela bir sonraki seçim sonuçlarından bugünü böyle okuyanlar mutlaka çıkacaktır: "Kılıçdaroğlu ve KESK AK Parti için çok çalıştı."