Sürekli travma hali

Sürekli travma hali

Bir kez yaşanmış olan ağır bir travmanın bir sonucu da çıldırmaktır. Ne kadar olumlu özellikler atfederlerse atfetsinler, çılgınlık bir travmadan sonra bir türlü durulmayan, bir türlü dikiş tutmayan ruh halinin bir yansımasıdır.

Son zamanlarda Türklere benimsetilmeye çalışılan bir erdem olarak “çılgınlık” en fazla muzdarip olduğumuz özelliktir hâlbuki. Bu özellik sistematik çalışmaya gelmemeyi, normal prosedürleri sürekli ihmal veya ihlal ederek ilerlemeyi, kural takmazlığı marifet bilmeyi, kuralların hep normal insanlar için olduğunu düşünerek kendisini hep bu kuralların istisnası görmeyi meşrulaştıran bir hastalıktır.

Ağır trafikte sabırla ilerleyen normal insanları enayi yerine koyarak emniyet şeridinden hızla geçip gitme dehasını göstermekle sınırlıdır çılgınlığın ufku. Sıra dışı talepleri için bürokrasiden, oradan, buradan kendine yardımcı olacak torpiller aramaktır. İşin zevahirini kurtararak işin sorumluluğunun çoğunu atlatarak az zamanda çok iş yapmış görünmek ve kısa süre içinde köşeleri dönmektir. Kendine emanet edilen bir görevin sınırlarında kalmamak, o görevin yetki sınırlarını yine dâhice buluşlarla genişleterek başka görev alanlarına dalabilme becerisinin adıdır çılgınlık.

Bütün bu çılgınlıkları insana normalmiş gibi gösterebilen bir kurucu vaka vardır -Türkiye'nin veya Türklerin özel hallerini mazur görmeyi gerektiren vaka… Türkler öyle bir yerde ve öyle bir tecrübe yaşamışlardır ki, bu onların durumunu özel kılıyor, demokrasileri de, laiklikleri de, insan hakları da, AB üyelikleri de başkalarınınkinden farklı, çok farklı olmayı hak ediyor. Başka demokrasilerin vatandaşlarına verdiği haklar bize çok fazla gelir, çünkü biz bir türlü atlatamamış olduğumuz ağır bir devrim-sonrasının özel tedbirler gerektiren şartlarını yaşıyoruz hâlâ. Bu özel tedbirler bize her şeyi farklı uygulama hakkı sağlıyor.

Hiçbir standart bizi bağlamaz. Hiçbir kural bize uymaz. Medeni dünyanın hiçbir kalitesine mecbur değiliz. Ama aynı medeni dünyanın bütün konforunda fena halde gözümüz vardır, onu da istemekten hiç geri durmayız. AB'ne girmeyi büyük bir şehvetle istiyoruz, ama AB'nin bizi almak için koştuğu şartlar için “ahlaksız teklifler” muamelesi çekip yaygarayı basarak AB'yi etki altına almayı umuyoruz.

Dışarıdan bakıldığında ilk görenin hemen davranış bozukluğu teşhisi koyacağı tutarsızlıklar bunlar. Demokrasimiz de, iş hayatımız da, hukukumuz da fena halde davranış bozukluğuyla malul.

Bu maluliyetlerin gönderme yaptığı bir tek yer var: Türkiye'nin kuruluşundan gelen “özel haller”. Birçok yanı hatırlanmak istenmeyen, hatırlanmaması için tartışılması engellenen, yasaklanan vaka. O vakanın hâlihazırda bir sürü etkisi yaşanıyor. O vakaya dayanarak bir sürü sıra dışı uygulama meşrulaşabiliyor. Ama o vakanın bütün boyutlarıyla hatırlanması, tartışılması, gündeme getirilmesi yasaktır.

Oysa bütün bunlar bir tek duruma işaret ediyor: O vakanın bir travma olduğuna ve üstelik bu travmanın kalıcı, sürekli etkiler bırakmış olduğuna.

Bir devrimin bir travma yaratmış olduğunu söylemek, bir devrime veya o devrimi yöneten insanlara bir hakaret anlamı taşımaz. Eğer taşıdığı düşünülerek bu devrimin etkileri üzerinde bu kadarlık bir fikir mütalaasına karşı ağır bir tepki gösteriliyorsa bu tam da o devrimle nasıl etkisi bir türlü bitmemiş bir travma yaşanmış olduğunu gösteriyor.

Dengir Mir Mehmet Fırat'ın “Türk devrimleri toplumda travmatik bir etki yapmıştır” sözleri aslında devrim sosyolojisi açısından son derece harc-ı âlem sözler. Türk devrim tarihine girip de yaşananlarda bu etkiyi görmemek için gözünü kapatmış olmak gerekiyor. Travma sadece devrimlerin kendisinden kaynaklanmamıştır. Uzun süren savaş yıllarının işgal-bölünme-ihanetler ve yok olma tehdidi gibi ağır şartları ve devrimlerin tam da bu şartların içinden çıkmış olması devrimlerin travmatik boyutunu oluşturmuştur.

Bunun devrimleri savunmakla veya devrimlere karşı olmakla da bir ilgisi yoktur.

Ortada bir travma vardır ve bunu sadece devrim karşıtları veya sözüm ona İslamcılar yaşamamıştır. Devrimcilerin önemli bir kısmı bu travmayı çok daha ağır yaşamışlardır, çünkü üzerlerinde “çılgınlık” gibi bir kalıcı etki bırakmıştır ki, bir türlü savaş ve devrim yıllarının şartlarından çıkıp bugüne gelemiyorlar. Köprünün altından çok sular geçmiş olduğunu ve Türkiye'nin artık başka bir ülke olduğunu bir türlü idrak edemiyorlar.

Travma sadece o devrimlere karşı olanların yaşadığı bir şey değil. Şapka devrimini benimsemeyip evine kapanmak zorunda kalan insanların yaşadığı travmanın yanında bu devrimi yapanların yaşadığı travma çok daha ağır olmuştur, hiç kuşkunuz olmasın. Devrimin mağdurları da yaşar travmayı ama asıl devrim fırsatçılarının yaşadığı travma çok daha ağırdır. Onları mağdur ettiklerinin “hortlak” korkusu da takip etmektedir çünkü.

Ne çare ki travmanın hasarlarından kurtulmanın tek yolu, bütün psikolojik hastalıklar gibi, onun farkına varmaktan ve üzerine gitmekten geçiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi