Mezhep çatışmasının temeli var mı?
Ortadoğu olarak adlandırılan (ne kadar yanlış olduğunu tekrarlamaya gerek yok) bölgede bulunuyoruz ve bu bölgenin tarihi de kültürü de bizim kimliğimizin önemli kısmını şekillendiriyor. Ortadoğu'ya uzak durmak, Ortdoğululara burun kıvırarak yüz çevirme lüksü yok Türkiye'nin. İster istemez burada olup bitenler bizi etkileyecektir.
"Arap Baharı" ile başlayan süreç Türkiye'nin tatrihi gerçekliği ile resmi tutumu arasındaki çelişkiyi ortaya çıkaran bir süreç oldu. "NATO'nun burada ne işinin olduğu" beyanı tarihi Türkiye'nin tepkisi ise NATO ile beraber operasyonlara katılmak resmi Türkiye'nin realpolitik adına çelişkisi idi. Ne var ki iki ayrı tavın aynı siyasal iradeden çıkmış olması Türkiye'nin bu derin çelişkiyi henüz aşamadığına işarettir.
Suriye'de yaşananlar bir yanda tarihi ve kültürel derinliğimizi ilgilendiriyorken diğer tarafta bu ilgi biçiminin resmi Türkiye'nin en çelişik boyutunu açığa çıkarma tehlikesi ile karşı karşıyayız. Şunu demek istiyoruz: bölgede empoze edilen kurgu bölgenin kültürel kodlarıyla örülmüş bir dille meşrulaştırılmak isteniyor.
Daha açık ifade ile Suriye meselsi daha geniş anlamda bölgesel yapıları yerinden oynatacak bir mezhep eksenli çelişkileri üzerine oturtulmak istenmektedir.
Ortadoğu'da küçümsenmeyecek bir Şii nufus, küçümsenmeyecek çeşitte de gayrı müslim unsurlar ve bunlara ait farklı mezhep-kiliseler mevcut. Pax Ottomana denilen "Osmanlı barışı" tüm bu çeşitlilikleri bir arada yaşama tecrübesinin adıdır aynı zamanda. Şii-Sünni farklılığı ne kadar gerçekse bunları bir arada yaşatma tecrübesi de o kadar gerçektir. Batıda olduğu gibi bu bölgenin genlerinde mezhep savaşları yoktur. Her şey güllük gülistanlık değildir ama bu coğrafyanın kültürü batılıların zannettiği ve de kışkırtmaya çalıştığı türden bir mezhep eksenli çatışma tarihi değildir.
Özellikle Irak işgalinden sonra bu çelişki alabildiğine derinleştirildi, tahrik edildi ve araya kan girdi. Irak'ta yaşanan tarihi ve kültürel dokuyu provoke eden çatışmalara ısrarla "mezhep çatışması" denilmesine karşı çıkışımız ilkesel bir tutumdan kaynaklanıyordu. Bu ilkeye ne fazla muhtaç olduğumuz bir döneme giriyoruz. Bu bilinçli bir tercihti çünkü adlandırma düzeyinde başlayan algı zamanla gerçeğe dönüşüyor. Hâlâ bu durumun arızı olduğunu düşünmek için elimizde hayli karine var.
Türkiye sınırlarının hemen ötesinde yaşanan insanlık dramını mezhep eksenli bölgesel savaşa, boğuşmaya itecek nefret iklimi oluşturmak için elinden gelen çabayı gösterenler var. Sanki Sünni dünya ile Şii dünya arasındaki farklılık, popüler düzeyde birbirine karşı hoş olmayan yaklaşımlar yeni keşfedilmiş gibi adeta propaganda malzemesi olarak kullanılmasını nasıl okumak gerekiyor.
Daha somut olarak, İran'ın Şiiliği üzerinden baş düşman ilan edilerek Esad'ın işlediği cinayetlerin baş sorumlusu gösterilip hedefe konması hiç de iyi niyetli durmuyor. Kaldı ki resmi Türkiye'nin rejim tehlikesi konusunda en hassas olduğu "devrim ihracı" iddiasından İran reel olarak vazgeçeli çok oldu. İran bugün mezhebi hassasiyetlerinden çok jeostratejik, jeoekonomik çıkarlarına dayalı dış politka geliştiren bir "ulus devlet"tir. Türkiye'nin kendi, çıkarlarını gözetmesi gibi İran da kendi çıkarlarını kendi rasyonelitesi çerçevesinde gözeten bir devlet olarak değerlendirilmelidir. Bu realiteyi bölgesel ve küresel olarak değerlendirirken Türkiye gibi laik bir ülke adına tamamen dini argümanlarla karşı çıkmak en basit tarafıyla tutarsızlıktır. Dış politika yapımında en seküler devletlerde bile dini kültürel argümanlardan bağımsız olduğu anlamına gelmez. Ancak gittikçe tehlike arzeden gelişmele-re hamasi bir mezhepçilikle yaklaşılması, ya da İranlı politika yapımcıların mezhebi unsurları kullanmış olmaları, ileride de kullanacak olmaları bu aktörlerin her zaman gerçek anlamına dini saiklerle hareket ettikleri anlamına gelmez.
İran'ın bölgedeki politikalarını bu çerçevede eleştirmek yerine mezhep eksenli okumanın bölgede kalıcı yaralar açacağı aşikar.
Kaldı ki İran Şii ise Türkiye Sünni bir rejim midir? Türkiye Cumhuriyeti İslami/dini ilkelere göre mi dış politikasını belirlemektedir? Ya da saltanatlarına dini kisve büründüren, Şii İran'a karşı gerektiğinde bölge dışı emperyal güçlerle hatta İsrail'le işbirliği yapabilen petrol zengini ülkecikler mi Sünni'dir?
Esad zulmüne karşı çıkmak adına başka bir nefretin kapılarını aralayacak bir dilin yol açacağı toplumsal-dini parçalanmanın, çatışmanın galiba ne Sünni ne de Şii Müslümanların olmayacağını görmeyecek kadar basiret yoksunu muyuz? İran'ı eleştirmek, bölgesel denklem içinde en az zararla çıkacak politikalar geliştirmek başka şey, iki ulus devlet arasındaki tutum farklılığından mezhep eksenli çatışma çıkaracak dil kullanmak başka şeydir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.