Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Metod hedef değil, hedefe varmak için takib olunacak yol ve usuldür!

Metod hedef değil, hedefe varmak için takib olunacak yol ve usuldür!

Sosyal buhranların arttığı zamanlarda çare arayışları da daha bir artar tabiatiyle..
Hele de, nice arayışların pek çoğundan yüzükoyun yere kapaklanarak çıkmışsanız..
Bu konuda, insan aklının bulduğu iki temel mücadele yöntemini tekrar hatırlayalım..
1- İnkılabçı / devrimci metod, 2- Islahatçı/ uzlaşmacı metod..
Bu iki metodun hatırlatması bu sütunda sıkça yapılmaktadır..
İnkılabçı/ devrimci metod, mevcud bir sistemi, kurulu bir düzeni temelden, kökten devirip, yerine yeni bir düzen kurmayı hedef edinir.. Böyle bir inkılabçı mücadele yolunun olumlu veya olumsuz yönde değerlendirilmesi, o köklü değişikliklerin muhatablarına göre değişir..
Ancak, şu kadarını belirtelim ki, en büyük inkılabçılar, enbiyaullah’tır; ilahî peygamberlerdir ve onların mücadeleleri en büyük ve en net inkılabçı mücadele örnekleridir..
Nemrud’a karşı İbrahîm Khalîl-ur’Rahman’ın; fir’avnlara karşı Mûsâ Kelimullah’ın; gerçekte, çoğu altın gücüne tapınan samirîler oldukları halde, yahudi olarak nitelenen zengin sınıfların ve Roma İmparatorluğu’nun zulümlerine karşı îsâ Rûhullah’ın ve Mekke Cahiliyesi’nin şahsında bütün küfür, şirk ve putperestlik düzenlerine karşı Resûl-i Ekrem (S)’in verdiği mücadelelere baktığımızda, hiçbir inkılabın, insanlığı onlarınki kadar derinden ve sürekli etkilemediğini görürüz..
Bu yüce peygamberlerin yok sayılacak derecedeki vasıta, silah ve maddî güçlerle, amma, beyinleri aydınlatıp kalbleri etkileyerek nasıl bereketli neticeler aldıkları tartışma götürmez..
Onlar, tahakküm düzeni kurmuş olan zâlim, tâğûtî / (ilahî sınırları aşmış, tuğyan etmiş) otoritelere karşı, onların koyduğu kurallara aldırmayarak ve onları temelden reddederek ‘qıyâm’ etmişler, mücadeleye atılmışlar ve zencirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan, hakları ve güçleri gasbedildiği için zayıflatılmış (mustez’af) kitlelerin kurtuluş mücadelesini bütün tarih dönemlerine yaymışlardır..
Bu sahada tek istisna, (Mısır’da Fir’avn sarayına Maliye Nâzırı olan) Hz. Yûsuf (s) örneğidir.
Ama, onun da, Allah’ın hükmüyle hükmettiğini Kur’an belirtmekte ve onu tebrie etmektedir. İlahî peygamberlerin hepsinin de hedefi, insanı yaradılışının hikmetinden uzaklaştıracak sapmalardan koruyup kurtarmaktı.. Bu hedef, bir hadis-i nebevî rivayetinde çok net olarak anlatılır: ’Qûlû, lailahe illallah, tuflihû’ (Lailaheillallah deyiniz, felah bulunuz, kurtulunuz.)
Eğer, yüzbinlerce, milyonlarca kez, ‘Lailahe illallah’ dediğimiz halde, yine felâh bulamıyor, kurtulamıyorsak; burada, o sözü lafzen söylemenin ötesinde, onun muhtevasını, rûhunu idrak ve gereğince amel etmek açısından noksanlarımızı gözden geçirmemiz gerekir..
Bugün dünyada hele de müslümanlarca verilmekte olan mücadelelere baktığımızda, genelde, inkılabçı değil de, uzlaşmacı metodun takib edildiğini görürüz.. Yani, kurulu düzenlerin, egemen güçlerin, tâgûtların koyduğu kurallar içinde kalarak mücadele metodu..
Bu metodu benimseyenler, istisnaî Hz. Yûsuf örneğini genel kural haline getirmişlerdir..
Esasen, son 14 asrın İslam tarihi boyunca, özellikle de Hz. Ali’nin şehid edilmesiyle birlikte, iktidar, sulta sahiblerinin, meşru olmayan güç sahiblerinin eline geçtiğinden beri, bu durum asırlarca bir genel kural halinde devam etmiştir ve hâlen de devam etmektedir..
Bu sulta/ tasallut (haksız olarak ve zor gücüyle toplumlara hâkim olan güç) sahiblerinin kendilerini sultan, melik, emir, padişah, şef, cumhurbaşkanı vs. olarak isimlendirmesi tabloyu değiştirmez.. Arada, daha mülûyim ve nisbeten âdilâne uygulamalarla kitlelerin gönlünü kazanan ve sisteme değil de, uygulayıcının şahsiyetinden kaynaklanan örnekler olsa bile, bu durum, o sistemlerin özünün tâgûtî olarak nitelenmesine engel değildir.
Ancaaak.. Burada bir başka tablo çıkıyor karşımıza.. Sadece Resûl-i Ekrem (S)’in değil, bütün enbiyaullah’ın metodunun örnek alınmasını söyleyen nicelerimiz, birkaç örnek davranışı metodun tamamı zannedip, kendileri gibi düşünmeyenleri dışlayabilmektedirler.
Halbuki, ilahî peygamberlerin herbirisinin o aslî inkılabçı metod çizgisi içinde geliştirdikleri, uyguladıkları nice ikinci derecede metodlar da vardır ki, bunlar bize, hedefin gözetlendiğini net olarak sunmaktadır.. Nitekim, Resûl-i Ekrem (S) de, gerektiğinde savaşmış, gerektiğinde, barış yapmıştır.. Ve bütün bu uygulamalarda İslam’ın ve müslümanların izzeti aslî ölçü olmuş ve bazı konuların hallinin, zamana yayılması yolu da tercih edilmiştir..
Bunun en iyi örneklerinden birisi, sadece nübüvvet öncesindeki ‘Hilf’ul-Fuzûl’ (Fazîletliler arası dayanışma yeminleşmesi) değil, Resûl-i Ekrem (S)’in, ordusunun mensublarından Mekke müşrikleriyle savaşmak üzere bey’at alıp, -sonra, bazı maddeleri çok ağır olmasına rağmen- imzaladığı Hudeybiye Sulh Andlaşması’dır..
Bu konuya niye mi değiniyorum? Günümüzde tek tip örnekler tekrarlanıyor da, onun için..
Bu, biraz uzunca bir konu.. Tekrar değineceğim, inşaallah..
*SİLAH GüCü Mü YARGIYA, YARGI MI SİLAH GüCüNE TâBİ OLACAK?
Ve bir günlük konu.. Yargı’nın bağımsızlığı tartışılamaz mı diyorsunuz? Büyükanıt, kendisine iftira ettiği iddiasıyla Fikri Sağlar aleyhine açtığı 100 bin YTL’lik tazminat dâvasının (‘yarattığı infial’ gerekçesiyle) bir an önce görülmesi için mahkemeye müracaat edince, Ank. I. As. Hk. Mahkemesi duruşma gününü 9 Eylûl’den 9 Temmuz’a alıvermiş!
Yıllardır sürüncemede kalan nice dâvalar varken, emirle böyle bir değişim nasıl izah edilmeli? Hangi tarafından bakılsa, vahîm bir durum.. Olacak şey değildi, ama, oldu/olduruldu..
Büyükanıt, iki ay sonra emekli olacak.. O zaman, mahkemeyi etkilemekteki gücü ortadan kalkacak.. O halde, dâvanın, Büyükanıt Gen. Kur. Başkanı iken görülmeye başlamasından umulan bir fayda yok mudur?
Büyükanıt’ın, Şemdinli İddianâmesi’ni nasıl dehşetli şekilde etkilediği de ortada.. ‘Ben gider, kendimi aslanlar gibi savunurum.. Avukata bile ihtiyacım yok!.’ diyen Büyükanıt’ın hışmına uğrayıp meslekten bile atılan savcı Sarıkaya’nın yerinde olsam, Büyükanıt emekli olduktan sonra, o dâvanın bir daha görülmesini taleb ederim..
Vatandaşların kanun önünde eşit olduğu iddiasına, ‘birileri daha çok eşittir..’ diye bir istisna getirilmesi durumuyla karşı karşıyayız..
AK Parti de, aylardır feryad ediyor, ‘Şu kapatma dâvasını bir an önce görüşün, ülkenin bu belirsizliğe tahammülü yok diye.. Ne olacaksa bir an önce olsun..’ diyor.. Ama, ‘yüce’ yargıçlardan hiçbir çaba gelmiyor.. ‘Ekonomi ağır darbeler yiyor, millet tedirgin..’ mi diyorsunuz? Bu durum‚ ‘taife-i laicus’un umûrunda mı.. Onlar milletin daha bir zayıf ve kendilerine daha bir muhtaç olmasını bile bu yolla sağlamaya çalışmıyorlar mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi