Faruk Köse

Faruk Köse

“Pirinç” - “bulgur” meselesi...

“Pirinç” - “bulgur” meselesi...

Hayrettin Karaman Hoca’yı bilirsiniz. Günümüz Türkiyesinde sözü geçer bir ilahiyatçıdır. Faizsiz finans kurumlarından radyo-televizyon yayınlarına, eğitimden üretim-tüketime kadar pek çok konuda kendisinden fetva sorulur ve o da herkesin ihtiyacı olan fetvayı vererek “Laik düzende dini yaşamak” hususunda hayatı kolaylaştırır.

Hayrettin Hoca, 26 Nisan’da Yeni Şafak’taki yazısında “Diyanet ve din dersleri zararlı mı?” sorusuna cevap arıyor. Bu kapsamda, “İslam bir tanedir ve tarikatınız, mezhebiniz ne olursa olsun ‘ortak bir İslam’ vardır” tesbitini yaptıktan sonra, “Diyanet’in -faydası olduğu kesin de- ne zararı var?” sualiyle yazısına başlıyor. Yazısının sonraki bölümlerini siz bulup okursunuz, ancak özetle şu kanaatlerini öne çıkarıyor:

Diyanet’in insanımızı sekülerleştirdiği, hakiki dinden uzaklaştırdığı; dini, laik düzeni Müslüman zihninde meşrulaştırmak ve yerleştirmek için kullandığı abartıdır, niyet okumadır. Diyanet’in hutbelerinde “eksik İslam” anlatılmamaktadır. Okullara din dersleri hangi amaçlarla konursa konsun, bu dersler, çocuklarımızın İslam ile ilişki kurmalarını sağlamış, her mü’mine gerekli olan temel bilgileri almaları bakımından çok hayırlı hizmet ifa etmiştir. İmam Hatip Okullarından mezun olanlar İslam’ın bütün şümulü ile hayatımıza girmesi için çalışıyorlar. Bu “İslam’ın bütün şümulü ile hayatımıza girmesi”, tarih boyunca, Müslümanların siyaseten hakim oldukları zamanlarda bile tam olarak gerçekleşmemiş büyük bir davadır.

Ben bu kıt bilgimle, herkesin ilmine ve sözüne itibar ettiği Hayrettin Hoca ile tartışma niyetim yok. Ancak bir Müslüman olarak, yazısı vesilesiyle kafama takılan sualleri sormak da sanırım hakkım.

1) Hayrettin Hoca’nın, “Bugün ise dinli dinsiz, Müslüman kâfir, salih fâsık, yarım dinli tam dinli... bir arada yaşayan milyonlarız. Rejim de malum. Bu şartlar altında bütün ülke halkına belli bir İslam anlayışını dayatmak ve kabul ettirmek mümkün müdür, uygun mudur, hikmetli midir?” cümlesindeki hikmeti anlayamadım. Nitekim yazısının başlarında “İslam bir tanedir ve tarikatınız, mezhebiniz ne olursa olsun ‘ortak bir İslam’ vardır” demiş, “İslam’ın bütün şümulü ile hayatımıza girmesi”ne vurgu yapmıştı. Şimdi bu durumda, bizim derdimiz, İslam’ın aslını ve esasını, bütün şümulü ile tedris etmek, yaşamak ve tebliğ etmek mi olacak, yoksa İslam’ı eğip bükerek, eksiltip arttırarak, şekilden şekle sokarak, orasını burasını boyayarak, kendilerinin “dinli dinsiz, Müslüman kâfir, salih fâsık, yarım dinli tam dinli... bir arada yaşayan” diye tabir ettiği “milyonlarca” insanın her birine göre ayrı bir forma sokup “İslam” adına onu mu vitrine çıkaracağız? Eğer -çalışanlarını kastetmiyoruz- yasal duruşu ve işlevi itibariyle Diyanet Teşkilatı ve mevcut dini eğitim sisteme göre form verilmiş bir İslam’ı vitrine çekmek durumundaysa, buna razı mı olalım? Nasıl bir İslam anlayışını öncelememiz icabediyor?

2) Hayrettin Hoca, “Diyanet’i ve okullardan din derslerini kaldırmanın peşinde koşmak yerine Diyanet’in ve okulların eksik bıraktıklarını sivil faaliyetlerle tamamlayalım, sonra elde edilen sonuçları tahlil edelim, değerlendirelim. Bunları yapmaya hiçbir mani yoktur” diyor. “Hiçbir mani yoktur” diyorsunuz da Sayın Hocam, okullarda okutulan müfredata sivil toplum kuruluşlarının müdahale etmesi, içerik belirlemesi mümkün değil ki. Örgün eğitimde çocuklarımızın kafasına neler sokulduğundan, din adına nasıl bir biçim verildiğinden tam anlamıyla haberimiz olabilir mi? Yanlışlığı izale edebilecek imkânımız var mı? Her anne-baba bunu izale edebilecek ilmi gücü haiz mi, ya da bunu verebilecek nitelikleri taşıyor olabilir mi? “Okulda dinle irtibat kurulsun, biz okul çıkışında durumu düzeltiriz” mantığı gerçekten doğru bir yaklaşım mı? Okullarda “iletişim kurulan din” gerçekten İslam mı?

3) Bu noktada Hayrettin Hocamız, “Ama pirinç peşinde koşarken bulgurdan da olma gafletine düşmeyelim!” uyarısında bulunuyor. Şimdi sayın Hocam; eğer burada “pirinç” mesela “tağutu red” ve “bulgur” da mesela “tağuta razı olmak” veya “tağuta bağlı kalmakta bir beis görmemek” ise, “bulgur”dan olmamak için “pirinç”e talip olmayalım mı? “Pirinç”, mesela “İslam’ın şeriatı” ise ve “bulgur” da mesela “Şeriatsız bir İslam” anlayışı ise, gerçekten gaflet, “bulgurdan olmamaya” çalışmak mıdır, “pirince talip olmamak” mıdır? “Pirinç”, mesela “İslam’ı bir bütün olarak, birey, toplum ve devlet hayatında yaşamak” ve “bulgur” da mesela “İslam’ı vicdanlara hapseden laiklik anlayışı” ise, aslında böyle bir “bulgur”dan olmak lazım gelmez mi?

Saygılar sunuyor, cevap bekliyorum muhterem Hocam!



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Köse Arşivi