İhtilafları müslümanca tartışmak ve ‘def’ten önce celb’
*Birkaç anekdot.. Yıllarca önce, Qum’da okuyan Suriye’li, taşkın heyecanlı bir genç geldi.. Bana, ‘sünnî iken, şiîliğe döndüğünü; sünnîlerin kıt akılları yüzünden, gerçeği göremediklerini..’ filan anlattı.. Tebliğ vazifesini yerine getirdiğini düşünüyordu.. Ona, hakikatin kavranmasında bu uslûbun doğru olmadığını anlatmaya çalışsam da, susmak bilmiyordu. Bir de arab olmanın avantajını kullanıyor ve arka arkaya sıraladığı âyet ve hadîslerle görüşlerini muhkemleştiriyordu.. Ona, herkesin, beyninde ve kalbinde yapacağı değerlendirmelerle, mutmain olduğu yöne yönelebileceğini söylediysem de, o bildiğini okuyordu.. Bu usûle kapalı olduğumu söyleyip, ‘başka bir konu yoksa..’ diye gönderdim.. Aradan bir yıl kadar bir zaman geçti.. Aynı kişi tekrar ve ısrarla görüşmek istiyordu.. Bu kez, ‘şiîlerin sapık olduğunu, hanımını da sünnî yaptığını’ söylüyordu, heyecanla... Ona, ‘Ne geçen seneki sözlerin şiayı bağlardı ve ne bugünkü sözlerin sünnîliği.. Varsa başka konular, onları konuşalım ’ deyip konuyu zorlukla kapattım..
*Bir arkadaşımız Almanya’da bir konferans sırasında, ‘Burası Dâr-ul’Harb midir?’ şeklindeki bir suale, ‘Burası Dâr’ul Acaib’ diye bir nükteyle karşılık vermişti.. çıkışta, genç birisi önüne geçti, ‘O konuda nasıl öyle dersin?’ diye bir tartışma havası oluşturmak istedi.. Onu kenara çektim ve ‘Sen Hizb’ut-… misin?’ diye sordum.. ‘Evet, nereden bildin?’ dedi.. Sonra, adını sordum, söyledi.. O da benim adımı sordu, söyledim.. ‘Yahu, seninle Khomeynî üzerinde konuşmak istiyorduk biz..’ dedi. ‘Olur.’ dedim. ‘Ama, biz onu kafir biliyoruz.’ dedi. ‘Olabilir.’ dedim.. Benden farklı bir tepki bekliyor olmalıydı ki, muhatabım şaşırdı.. ‘Hepsi bu kadar mı?’ dedi.. ‘Ne yani, dedim, siz birisini müslüman sayınca o müslüman, kafir sayınca da kafir mi olacak?’ Yıllar geçti, hâlâ gelmediler.
*1998’in Martı.. Mescid’ul Haraam.. Gece saat 01.30 suları.. 28 Şubat’ı takiben istifa etmek zorunda kalan Erbakan Hoca da gelmiş Hacc’a ve Kâbe’yi tavaf ediyordu, insan seli içinde.. Bir anda 100-150 kişilik bir grup zuhûr etti ve türkçe olarak, ‘Şeriat gelecek, vahşet bitecek..’ diye tempo tutup, Suudî polisi gelinceye kadar 10-15 dakikalık bir tur attılar.. çoğu genç..
Kimler olduğunu bilsem de yine sordum.. ‘Siz kimlersiniz?’ diye.. ‘Biz‚ müslümanlarız..’ dedi, birisi.. ‘Burada müslüman olmayan mı var?’ dediğimde durakladı.. Olmadıklarını bildiğim halde, ‘Erbakancı mısınız?’ diye sordum.. Muhatabım, ‘O kafirdir!’ diye kesip attı.. Ona söyleyecek söz bulmak o anda o kadar zordu ki.. ‘Kardeşim, bakın; o şu anda Kâbe’yi tavaf ediyor.. Bir kafir mi geldi, Kâbe’ye?’ deyince, ne diyeceğini şaşırdı..
*Bir grup genç, yine Mescid’ul Haraam’da.. Sohbet ediyoruz.. Türkiye’li hacıların çoğu ise, gariban.. ‘ömrümüzde bir kez gelmişiz, bir hata yapmayalım..’ diye, hele de şeklî konularda daha bir dikkatliler.. Başlarındaki hocanın sözünü tekrarlıyorlar, tavaf esnasında: ‘Allah’ım! Ordumuzu karada, havada, denizde mansûr ve muzaffer eyle.’ (28 Şubat ironisi gibi bir şey..)
Gerçekte ise, o gariban taifesi, neler söylediklerinin farkında bile değiller belki.. Gençler bu sözleri duyunca daha bir kızıyorlar.. İtidali terketmemelerini tavsiye ediyorum. Ama, onlar dua diye tekrarlanan o sözleri işittikçe köpürüyorlar âdetâ: ‘Baksanıza, ne söylenirse, düşünmeden tekrarlıyorlar.. Bunlar değil mi, anayasaya yüzde 90’ların üstünde evet oyu verenler.. Bunlar mı müslüman?’
‘Evet, bunlar..’ diyorum: ‘çoğu kimse bu durumda.. Ama, onları müslüman saymayarak ne elde edeceğiz? Celb’in def’ten önce geldiğini hatırlayalım.. M. İqbal, ‘Bîzâr oldum bu müslümanlardan.. Ama, yine sığındım müslümanlara..’ dememiş miydi.. Kime sığınacağız?’
*Bugün de yığınla insanımız var.. çoğu üniversite okumuş.. Sohbetler ediyoruz..
Nedense, müslüman coğrafyasındaki öteki örnekler üzerinde pek durmayıp, daha çok da Türkiye’deki siyasî durumu değerlendirirken, yapılanların, semeresiz, boş çaba olduğunu söylüyorlar ve kendileri gibi düşünmeyenleri suçluyorlar. çıkışın, ‘Peygamberî metod’da olduğunu vurguluyorlar.. Hayal ve ümidleri güzel, ama, pratik açısından, neyin, nasıl yapılacağı sözkonusu olduğunda, yıldızlardaki bir âlemden sözediliyor gibi..
‘Peygamberî yol’ diyorsunuz da, kendisinin Peygamberî bir hedef taşımadığını söyleyen müslüman var mı? Yüzlerce-binlerce tefsir, aynı hedefi gözetmek istese de, farklı anlayışları yansıtmıyor mu? Sadece kendimizin doğru düşündüğümüzü nasıl söyleyebiliyoruz?
Kurulu düzenin, egemen zorba güçlerin kurallarına göre hareket ederek de toplumun inanç kimliğine hizmet edebileceklerini düşünüp uzlaşmacı metoda başvuranlar, inkılabçı metodu mantıklı ve halkın desteğini sağlayacak şekilde ortaya koydunuz da mı, karşı çıktılar? Halkı yok sayarak nereye varacaksınız? Değişimin ilahî kanunu ‘Bir halkın kendi halini değiştirmedikçe, Allah’ın onların hallerini değiştirmeyeceği’ şeklinde açıklanmamış mıdır? dediğinizde, bakıyorsunuz, bir burukluk, hattâ istihza.. Kafa karışıklığıyla suçlama, vs..
Asıl anlaşılması gereken, her şeyden önce, herhalde şu olmalıdır: Ben kendi görüşlerimin doğruluğunda nasıl emîn ve samimî isem, diğer müslümanlar da aynı durumdadır.
Bunu söyleyebilsek, çoğu problemleri daha geniş ufuklu olarak konuşabileceğiz.
*MALEZYA MI KENDİSİNE YAZIK EDİYOR, ENWER İBRAHîM Mİ?
Enwer İbrahîm’le tanışıklığım 28 yılı buluyor.. İslâm İnkılabı’nın I. yıldönümü törenlerine katılmak üzere, İran’a gittiğimde, o da Malezya’nın en büyük Müslüman Gençlik Teşkilatı lideri olarak gelmişti ve parlak zekâsı dikkati çekiyordu.. Müslümanların mes’elelerini, merhûm Kelîm Sıddıqî ve diğerleriyle birlikte günler-geceler boyu tartışmıştık.
E. İbrahîm’le irtibatımız, Malezya sisteminin onu kendi içine çekmesine kadar devam etti.. O gençlik teşkilatından niceleri, rejimin hizmetine girmekle Enwer’in kendisine yazık ettiğini söylüyorlardı. O ise, basamakları sur’atle tırmanıyordu.. Kültür, Eğitim ve Maliye Bakanlığı, sonra da Başbakan Yardımcılığı.. Güçlü Başbakan Mehatir Muhammed’in halefi olarak görülüyordu.. Derken, 10 yıl öncelerde, IMF ile ilgili siyasetler konusunda derin bir ihtilafa düştü, Mehatir’le.. Arkasından, çok çirkin bir isnadla, cinsî sapıklık suçlamasıyla tutuklandı.. Enwer’i defterden silmiş olsa bile, Mehatir’in, bu suçlamaya sessiz kalması, ahlâk dışı idi.
E. İbrahîm, 6 yıl hapis yattı.. Daha sonra, o suçlamaya şâhidlik eden kişi, ‘baskılar üzerine yalancı şahidlik yaptığını’ açıkladı.. Ama, E. İbrahîm, büyük çapta lekelenmişti.. Ne var ki, o yılmadı, geçen yıl yapılan seçimlerde yeniden sivrildi.. Ama, evvelki gün çalışma ekibinden birisi, aynı çirkin sapıklığa maruz kaldığı iddiasıyla mahkemeye başvurunca, Enwer, Türkiye Elçiliği’ne sığındı. O şimdi ‘bir komplo ile karşı karşıya bulunduğu’nda ısrar ediyor..
Gerçekten de komplo mu? Bu konuda, gereken dikkati göstermediği için sadece Enwer mi; yoksa, onunla birlikte Malezya’daki siyaset anlayışı mı kendilerine yazık ediyor, dersiniz..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.