Bir dalga kıran olarak Suriye olayları
Arap baharı denilen sürece hangi açıdan yaklaşırsanız yaklaşın bölgedeki statükoları, en azından biçimsel olarak, sarstığı, altüst ettiği muhakkak. Daha uzun süre ertelenmesi mümkün görünmeyen değişim taleplerinin makul bir zemine çekilerek ehlileştirilmesine, sistem içinde kontrol edilebilir yapılar kurulmaya yönelik çabalar devam ediyor. Tabanda bastırılmış siyasal-toplumsal talepler farklı şekillerde siyaset sahnesinde etkin olmaya çalışırken müesses nizamı elinde tutanlar da kontrolü kaybetmeden yeni duruma adapte olmaya çalışıyor.
Bu durumda en önemli aktör olan İslami hareketler gerek uluslarıyla gerekse küresel hegemonlarla kurdukları ilişkiler üzerinden toplumsal destek ve örgütlülüklerini iktidara taşımaya çalışıyorlar. Oysa küresel aktörlerse yıllardır muhalefette kalan bu toplumsal hareketliliği mümkün olduğunca 'sistem içinde' tutarak düzene dahil etmeye çalışıyor. Yani İslami hareketler iktidar karşılığı pazarlığa girdikleri hegemonlar tarafından rehin alınmak tehlikesiyle yüzleşmek durumundalar. Özgürlük, siyasal katılım gibi görece iç meselelerde sisteme dahil edilirlerken, küresel sistemin öncelikleri konusunda ehlileştirilmeye çalışıldıkları söylenebilir.
Tam bu süreçte dalga Suriye'ye vurduğunda farklı bir seyir izledi. Diğer bölgelerde iktidar değişimiyle sonuçlanan ayaklanmalar Suriye'de, beklenildiği üzere, rejimin şiddetli tepkisi ile karşılaştı. Şiddet arttıkça muhalefetinde silaha sarıldığı görüldü. Silahlı çatışmanın bir örneğinin Libya'da yaşanması Suriye'de de aynı senaryonun tekrarlanacağı anlamına gelmiyordu. Ne ABD'nin, ne de NATO'nun Suriye'de harekete geçmeye niyetinin olmadığı kısa sürede ortaya çıktı. Muhalefetin uluslararası müdahale beklentisi sonuçsuz kaldı.
Ancak dikkat çekecek biçimde Suudi Arabistan'ın ve özellikle petrol zengini küçük Körfez şeyhliklerinin Suriye muhalefetinin silahlı bir mücadeleye dönüşmesi konusunda özel çaba (!) göstererek silahlanmayı teşvik eden çabaları gözden kaçıyor. Doğrudan silah üreticisi olmayan bu ülkeler; silah desteği vererek bölgede adeta bir iç savaşı körüklediklerini, mezhep eksenli bir husumete sebep olarak bölgeyi ateşe vereceklerini düşünmüyor olabilirler mi?
Esad'ın zulmünün şiddeti ne bu sorunun sorulmasına ne de bunun muhtemel sonuçlarının soğukkanlılıkla analiz edilmesine imkan bırakmıyor. Herkes biliyor ki, muhalefetin ateş gücünün Baas rejimin silahlı gücünü geçme imkanı yok. Bu durumda olayların silahlı bir direnişe dönüşerek peşinden bir iç savaş görünümü kazanması, hangi stratejik aklın ürünü olabilir? Ya da bunca kanının akması karşılığında gerçekten beklenen sonucun alınma ihtimali nedir?
Olayın Suriye'ye ilişkin boyutuna dair farklı cevaplar verilebilir. Ancak Suriye muhalefetinin ısrarla silahlı mücadeleye teşvik edilerek adeta kaotik bir iç savaşa sürüklenmesi Suriye'den çok bölgedeki ülkelerin stratejik hesaplarıyla yakından ilgilidir. Bugün Türkiye'yi müdahale etmeye teşvik eden Batılılardan artık kimse Suriye'de 'Arap Baharı'ndan bahsetmiyor. Batı medyasında kanaat oluşturan etkin analistlerin bir süreden beri ısrarla kullandıkları, mezhep eksenli iç çatışma ya da iç savaş tanımları, nerdeyse genel söylemi belirleyecek duruma geldi.
Körfez ülkelerinden Bahreyn'de muhalefetin hiç de şiddet içermeyen değişim taleplerinin bastırıldığı, Arap Baharına alkış tutan Suudi güçlerinin doğrudan müdahale ederek tanklarla gösterileri etkisiz hale getirdiği göz önüne alındığında Suriye aşkının nerden kaynaklandığı daha iyi anlaşılabilir.
Suudi ve Körfez Emirliklerinin en büyük korkusu bu dalganın kendi sahillerine kadar ulaşması... Bu korku sadece lüks ve sefahat için saltanat süren Arap şeyhleriyle sınırlı değil. Petrol ve doğal kaynakların aktığı gelişmiş sanayi ülkelerinin, başta ABD ve Avrupa'nın, buradaki dengenin alt üst olmasına, hele hele bölgenin kontrol dışına çıkma ihtimalini getirecek iktidarların eline geçmesine izin vermek istemeyeceği kesin. Petrol şakaya gelmez çünkü!
Tüm bu manzaradan şöyle bir çıkarsama yapmak mümkün: Suriye'deki değişim talebini ısrarla terörize edenler bu dalganın kendi sahillerine kadar ulaşmasını istemeyenlerdir. Sanılanın aksine Suriye'de değişimi istemeyenler, şu an iç savaşı körükleyen ve Esad karşıtıymış görünen devletçikler olmasın? Bu sorunun çok meşru ve sorulması gereken bir soru olduğunu düşünüyorum. Çünkü Ortadoğu'daki temel sorunlardan biri, bu ülkelerde yaşayanların üstünde oturdukları enerji kaynaklarına kimin sahip olacağı meselesidir. Bu da, siyasal iktidarları, sosyo-ekonomik yapıyı ve dünya sistemi içindeki yerlerini belirleyen stratejik bir konudur.
Bu bölgede mezhep eksenli husumeti pompalayanlar bu toprakların zenginliklerini küresel hegemonlara pompalayan statükoyu sürdürmek isteyenlerdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.