Yeni bir Türkiye’ye doğru
Ergenekon operasyonu bir çok açıdan bir kimya kağıdı oldu. Demokrasinin edebiyatını yapanlarla, gerçek anlamda demokrat olanlar ortaya çıktı. Düne kadar darbelerden müşteki olanlar, göz altına alınanları neredeyse nezahet ve temizliğin simgesi olarak takdim ettiler.
Göğe çıkarmak da, yerin dibine batırmak da doğru bir yol değil. Türk demokrasisi bir çok defa inkitaya uğradı. Cumhuriyet tarihi bir bakıma darbeler tarihidir. Bütün dünya, toplumun iradesine dayanan, çoğulcu, özgürlükçü, temel hak ve hürriyetlere saygılı bir nizama doğru giderken, darbeler Türkiye’yi tektipçi, dayatmacı, topluma güvenmediği için ona dayanmayan, oligarşik bir yapıya doğru sürükledi. Toplum bağlarını gevşettikçe aynı müdahale süreci devam etti.
İddia ortada. Yeni bir darbenin eşiğinden döndüğümüz ifade ediliyor. Bu iddianın ne kadar doğru olduğunu ancak dosya mahkemeye intikal ettiği zaman anlayacağız. Medya’ya düşen haberlere bakarak hüküm vermeye kalkmak acelecilik olur. Ancak bu kadar etkili kişinin Cumhuriyet tarihinde bir ilk olarak göz altına alınması iddia makamının elinde çok önemli bilgi ve belgelerin bulunduğunu gösteriyor. Elinde iddiasını ispatlayacak güçte delili olmayan bir Savcı’nın bu çapta bir operasyona teşebbüs etmesi mümkün değildir.
Operasyondan sonra kimi çevrelerde başlayan panik ile, bazı şüphelilerin tutum ve davranışlarının iyi tahlil edilmesi gerekiyor. İki de bir TV kameralarının karşısına geçip, operasyonu AKP’nin kapatılma davası ile irtibatlandırmaya çalışmak bir nevi karartma faaliyetidir. Savcıları, yargıçları siyasi davranmakla itham edip, baskı altına almaktır.
Diğer yandan uzun süredir Hukuk mesleği ile iştigal eden biri olarak, susma hakkını kullanmanın çok anlamlı bir tercih olduğunu düşünüyorum.
Susma hakkı, genellikle kuşatıldığını, kapana kıstırıldığını, düşünen şüpheli veya avukatlarının tercih ettiği bir yoldur. Soruşturma aşamasında çıkış yolu bulamayanlar, zaman kazanmak, dosyayı inceleyip ona göre pozisyon almak için bu yolu denerler. Gözaltına alınanların bir kısmının bu yola baş vurması, en azından kendilerinin de kısa vadede bir savunma stratejisi oluşturamadıklarını, iddia ve ithamların altında kaldıklarını gösterir. Suçsuzların her zaman kendilerini savunacak bir sözleri vardır. Ama suça bulaşanlar her zaman hazır olamazlar.
Şüphesiz sustular diye, hiç kimse peşinen mahkum edilemez. Benim söylediğim hukuki bir durumdan ziyade, psikolojik bir durumun izahıdır. Haksızlığa, iftiraya uğrayanı susturamazsınız. Sus deseniz de susmaz. Bu psikolojiyi iyi anlamak lazım.
Bu davanın nasıl biteceğini şimdiden kestirebilmek mümkün değil. Bunca gürültüden, patırtıdan sonra beklentileri karşılayamayan sonuçlar çıkabileceği gibi, hiçbir neticenin elde edilmemesi de mümkündür. Her dava mahkumiyetle sonuçlanacak diye bir hukuk kuralı yoktur. Eğer öyle olsaydı, savcılar hiçbir davayı açmaya cesaret edemez, toplumun güvenliğini sağlayamazlardı. Esas olan kuvvetli delillerin bulunması, dava açılması yönünde vicdani kanaatin oluşmasıdır. Zaten, Yargılamanın nasıl seyredeceği, Yargı’nın ne yönde karar vereceği bugünün meselesi değildir. Bugünün meselesi, Türkiye’nin ilk defa darbelerle hesaplaşma cüret ve cesaretini göstermesi ve bizim alacağımız tavırdır. Milletin tarihine, geleceğine, kaderine, birlik ve beraberliğine kast edenlere milletçe tavır almak gerekir. Bu ölüm kalım dönemecinde daha hala küçük siyasi hesaplar peşinde koşanları, hem nalına hem mıhına vuranları, bir eliyle darbecilere, diğer eliyle millete selam duranları, önden cami, arkadan kilise olanları bu millet unutmayacaktır. Milletin teveccühünü bekleyenler, önce milletin iradesine saygılı olmalıdırlar.
Türkiye yeni bir yola girmiştir. Bu yolun bizi barışmış, kucaklaşmış, bütünleşmiş, daha iyi bir Türkiye’ye götürmesini umuyorum.