Kalbe danışmak
Mahlûk olan her şeyin bir sınırı olduğu gibi, aklın da bir sınırı vardır. Aklın, sınırlarını ne kadar zorlarsa zorlasın, mahiyetini kavrayamayacağı pek çok olguyla karşılaşması mukadderdir.
Bir konuda karar vermeniz gerektiğinde; bilgi ve aklınızın ortaya bir çözüm yolu sunmadığı oldu mu hiç? Tabiî ki “Evet” diyeceğinizi, sınırlı aklımla ve göreceli tecrübemle biliyorum. çünkü her insanın karşılaştığı kaçınılmaz bir durumdur bu.
Mutlak ve kâmil bilgi Allah’a, eksik ve sınırlı bilgi ise insana mahsustur.
Allah ganidir, insan da O’na muhtaç mahdut bir varlık. Bu realite, hayatımızda her dâim farklı şekillerde tezâhür eder. İnsanı kendi âciziyetine her dâim şâhit kılmak üzere.
âciziyetini bilmek ve mükemmelliğin behemahal Allah’a ait olduğunu kabul ve ikrar etmek de İslâm tasavvurunda önemli bir kulluk çeşididir.
Bir taraftan Allah’ın sonsuz bilgisi karşısında teslimiyetini hissedeceksin, bu O’nu tenzih makamıdır, bir diğer taraftan da yine O’na sığınarak çözüm arayacaksın, bu da ânı gelmiş kendine has bir ibâdetin zaman ve mekân içinde ikamesini anlatır.
Bilgiye ihtiyaç hisseden insanın ilk yaptığı şey; verili kaynaklara, şahsi tecrübeye müracaat etmektir.
Bunları aşan yahut bunlara rağmen bir yol bulamayan Mü’min insan, Nebevî öğretide olduğu gibi kendine danışır.
Nefsinde; Allah’ın nûrunun izlerini arar..
Efendimiz, kendisine, “el-Birr” (İyilik ve güzel davranış) ve “el-İsm”i (Kötü ve günah içeren ameller” birbirinden nasıl temyiz etmesi gerektiğini sormaya gelen Ashab-ı Kiram’dan Vâbisa’ya meâlen şu cevabı vermişti:
“Kalbine ve nefsine danış, zira, iyilik; yaptığında nefsinin mütmain olduğu davranışlardır, kötülük ise nefsine itici gelen, yaptığında göğsünün daraldığını hissettiğin amellerdir.”
(Müsnedi Ahmed: 4/228, hadis no: 18035)
Bu hadisten, nefsin de bir bilgi kaynağı, kendisine danışılacak bir yetiye hâiz olduğunu öğreniyoruz.
Ne zaman? Vahyin sunduğu bilginin açık olmadığı, insan tecrübesinin eksik kaldığı durumlarda.
Bu tür hâllerde Nebevî tavsiye, yukarıda görüldüğü üzere, insanın kalbine ve nefsine bakması, yüreğini avuçlarının içine alıp, çözümü orada tecelli eden temâyülde araması gerektiği noktasındadır.
Buradaki nefsin nefs-i emmâre (insanı kötülüğe sevkeden hayvanî nefs) olmadığı, nefs-i mutmainne (iyiliği kötülükten ayıran, huzura ulaştıran ve onu emreden nefs) olduğu âşikârdır. Bir diğer ifade ile, güzeli ve çirkini akleden nefstir. Metafizik âlemle ilişiğini kesmiş, nesnelere salt seküler pencereden bakan tefessüh etmiş nefis değil.
Nefs-i mutmainne, kendine danışan insana fıtratın özünü koruduğu nisbette yol gösterir. Fıtrat ise, mânevî âlemle irtibatının yoğunluğuna paralel kesbettiği arınma ve rikkat ölçüsünde mürşittir. Tahrip edilmiş, kimyası bozulmuş, kıblesini şaşırmış ve böylece şuurunu yitirmiş nefsin bu nimetten fazla istifade edemeyeceğini anlatmak ise zâid kaçar.
İnsan vicdanı, yaratılıştan iyiyi ve kötüyü ayırt edecek donanıma sahiptir. Kimilerinde bu donanım Vâbısa (ra)’da olduğu gibi faal iken, kimilerinde ise işlevini yitirmiştir veya oldukça zayıftır. Derûnlardan gelen ses, sahibinin istikametinin kalitesine ve kıvamına göre karanlıklara ışık saçar. Bu da şu demek; kendisine danışılması tavsiye edilen nefis, yakîn nuruyla parlatılmış nefstir.
Modern seküler aklın idrakte zorlandığı bir durumdan bahsettiğimizin farkındayız şüphesiz.
çünkü düşünme faaliyetinin salt beyin merkeziyle sınırlı olduğu sanılır o algı dünyasında.
Bundan dolayı onlar, kalbten psiko-entelektüel faaliyetin merkezi diye bahsettiğimizde, olumsuz tepki verirler.
Kalb denince de göğsümüzün sol tarafındaki organı anlarlar. Hâlbuki, tefekkürün merkezinden kasıt kalble ilişkili, ruha mündemiç mânevî merkezdir.
Düşünce faaliyetinin merkezi olarak beyni gören bu kısır yaklaşım, zaman zaman kendine danışmaktan da kurtulamaz.
Yaptıkları, aklî muhakeme değil, derûnlardan gelen bir hise tabi olmak değil midir?
Konuyu fazla dağıtmadan öze dönelim. İnsan, ruhuna üflenen bilgi kaynaklarının ne kadar farkında? Bunları maksimum düzeyde kullanabiliyor mu? Bu yönünü geliştirebileceğinin farkında mı?
üç ayları idrake başladığımız bir bereketli iklimin eşiğindeyiz. Nefs-i mütmainnenin metafizik âleme kanat açması için büyük bir fırsat mevzubahis olan.
Allah’tan korkan bir kalb, günah karşısında, Allah’ın hoşnut olmayacağı tavırlara yönelik uyarı titreşimleri gönderir.
Deniz feneri rolü üstlenir nefis, sisli iklimlerde. İnsan, bu yönünü en iyi bu aylarda takviye eder.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.