Dosdoğru bir adam
Abdurrahim Karakoç'u dört gün önce çok iyi durumda görmüştüm, sağlık problemleri düzelmiş, yazılarına başlamıştı. Rüya işte.
O da vadesini doldurdu, sözünü söyledi, dünyayı bize bıraktı.
Heybesini denkleştirdi, asıl vatana göçtü.
Bir yiğit gurbete gitmişti, şimdi sılaya döndü... Hem de ne yiğit!
'Dosdoğru bir adam' tanımına bir örnek göster deseler, hiç tereddütsüz adı söylenecek biri.
Riyadan uzak, kibirsiz, inandığı gibi yaşayan, yaşadığı gibi yazan...
* * *
Şiirleriyle, yazılarıyla ve hayatıyla bizlere yol gösterdi.
Abdurrahim Ağabeyi tanımak büyük bir bahtiyarlıktı benim için.
Arkadaşlığı, dostluğuyla yeryüzünü güzelleştiren insanlardandı.
Hesaba vurunca gördüm ki neredeyse otuz yıl olmuş tanıyalı.
Son zamanlarda pek görüşemedik ama bir dönem epey yakındık.
Sohbeti, gönüllere enginlik verirdi; şiirlerini okuması gözümün önünde şimdi...
'Yola, ağaca, pınara / Esen yele, yağan kara / Yağmur yüklü bulutlara / Hak yol İslâm yazacağız.'
* * *
Gaz lambasını görmeyen yoktur ama onun gibi gören nerede?
'Lambada titreyen alev üşüyor / Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban' demişti.
Hepimizin çok iyi bildiği o şiir, Musa Eroğlu'nun bestesiyle klasik eserler arasına girdi.
Yine de ilk mısrada yapılan yanlışlık hiç azalmadı.
'Sarı saçlarına deli gönlümü' yerine 'Sarı saçlarını deli gönlüme' şeklinde söylüyor bazıları.
Öyle söyleyenler, saçları bağlanacak bir ip gibi düşünüyor olsa gerek.
* * *
Osman Yüksel Serdengeçti ile tanışmasını anlatmıştı.
Selâm verip içeri girdiğinde, Serdengeçti 'Aleykümselâm' demiş ve hemen ardından 'dur bakayım, sen Abdurrahim Karakoç musun?' diye sormuş.
Nasıl olduğunu düşünmeye lüzum yok, yiğit yiğidi gözünden tanır.
* * *
Anadolu insanının derdini, çilesini, sevincini ve inancını büyük bir ustalıkla anlatmıştı.
Hâkim Beğ şiiri, 'Gene tehir etme üç ay öteye / Bu dava dedemden kaldı hâkim beğ. / Otuz yıl da babam düştü ardına / Siz sağ olun, o da öldü hâkim beğ' mısralarıyla başlar.
İsyanlı Sükût'ta fakir bir köylünün devlet dairesinde nasıl azarlandığını anlatır.
* * *
'Gitmişti makama arz-ı hâl için / 'Bey' dedi, yutkundu, eğdi başını. / Bir azar yedi ki oldu o biçim... / 'Şey' dedi, yutkundu, eğdi başını.
Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı / Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı... / Bir baktı konağa alttan yukarı / 'Vay' dedi, yutkundu, eğdi başını.
Çekti ayakları kahveye vardı / Açtı tabakasın, sigara sardı / Daldı.. neden sonra garsonu gördü / 'Çay' dedi, yutkundu, eğdi başını.
İçmedi, masada unuttu çayı / Kalktı ki garsona vere parayı / Uzattı çakmağı ve sigarayı / 'Say' dedi, yutkundu, eğdi başını.
Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş / Sandım can evime döktüler ateş / Sordum: 'memleketin neresi gardaş?' / 'Köy' dedi, yutkundu, eğdi başını.
Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden / Ağzına küfürler doldu zehirden / Salladı dilini.. vazgeçti birden, / 'Oy' dedi, yutkundu, eğdi başını.'
* * *
Dağ ile Sohbet ederken sözünü şöyle tamamlar:
'Ormanın var, pınarın var, kuşun var / Dört mevsimde bulut saçlı başın var / Bilmem amma bir uzunca yaşın var / Mühlet nedir, ne değildir, de hele.'
Uzun sözün kısası, sadece 'Mihriban şairi' değildir, o güzellikte binlerce şiiri vardır.
Ve son yıllarda yazdığı bir dörtlük:
'Beni dinleyin dostlar, haberiniz yok sizin / Çağlayıp aka aka ırmaklarım yoruldu... / Bedelini ödemek isterken sevginizin / Düşünüp yaza yaza parmaklarım yoruldu.'
Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.