Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

Kılıçdaroğlu'ndan Yunanistan tüyoları!

Kılıçdaroğlu'ndan Yunanistan tüyoları!

Çocukluk yıllarımda bizim eve her gün Tercüman gazetesi gelirdi. Bilhassa Murat Sertoğlu’nun ünlü pehlivan tefrikaları ve efe tefrikaları gazetenin vazgeçilmezleri arasında idi. Akşam eve Tercüman’ı ağabeyim okur ve ailece o tefrikaları dinlerdik. İlk okuma zevkimiz böyle gelişmişti. Bir ara komik bir yazı serisi yayınlandı aynı gazetede, Palavracılar Kralı!

Eskiden medyanın bugünkü zengin çeşitliliğinin olmadığı devirlerde kahvehanelerde ağzı laf yapan bazı zevat, çıkar bugünün tabiri ile bir nevi stand-up yapar, hikâyeler anlatır ve halkı eğlendirirmiş. Böylesine bir zatın kaleminden dökülen bir yazı serisi idi Palavracılar Kralı! Öyle atıyordu ki desteksiz. Ben sonraki zamanlarda da fazla palavra atanları gördükçe hep o yazı serisini hatırlarım. En son CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir beyanatını televizyonda izlerken ister istemez o diziyi bir kere daha hatırladım. Kılıçdaroğlu coşmuş konuşuyor:

- Yunanistan’da milli gelir kişi başına 25.000 dolar, bizde ise 10.000 dolar. Yunanistan bizden ileride.

Adamlar işçi, memur ve emekli maaşlarını düşürüyor. Adalar satılığa çıkarılmış. Avrupa Birliği’nin kapısına mendil serip para dileniyor. Bir yandan borçları silinirken, bir kısmı öteleniyor. Devlet kurumlarının başına Fransız, Alman, İngiliz yetkililer oturmuşlar, yani bir nevi sömürge idaresi kurulmuş. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a adamlar gönderip, şifalı reçete rica ediyorlar. Böyle bir vasatta bizim ana muhalefet liderimiz kalkıp Yunanistan’ı bir eli yağda bir eli balda ilan edebiliyor. Eminim Yunanistan Başbakanı bile şaşırmıştır bu duruma. Çünkü Yunanistan bir zamanlar Kılıçdaroğlu’nun iflas ettirdiği SSK gibi iflas etmiş yahu iflas! Ama CHP lideri SSK’nın bile altın devrini yaşadığını söylüyordu o zamanlarda. Bugün iflas üstüne iflas yaşayan Yunanistan’ı güllük-gülistanlık göstermesine hiç de şaşırmamak lazım. Adam şaşı bakıyor, öyle görüyor.

Siz de şaşı bakıp şaşırmak istiyorsanız, “Mersin Güneydoğu’nun en büyük liman şehridir” diyen Kılıçdaroğlu’nun peşine düşün!


FAZIL SAY’A DAYANAMIYORUM AMA YİNE DE BU ÜLKEYİ TERKETMEYECEĞİM!

Ünlü piyanist Fazıl Say “Müezzin akşam ezanını 20 saniyede okudu” demiş ve konu ile ilgili ipe sapa gelmez yorumlar yapmış. Bir de cennetteki huriler olayına takılıp yine ancak “cami duvarına işemek” diye tabir edebileceğimiz yorumlarda bulunmuş. Sonunda da ateist olduğunu söyleyivermiş. Yani adam Müslüman mahallesinde salyangoz satıyor ve halkın manevi değerleri ile alay etmekten hakkında dava açılmış. Biliyorsunuz daha önce de “Eşi başörtülü bir cumhurbaşkanı ve başbakanın olduğu bir Türkiye’ye tahammül edemiyorum, bu ülkeyi terk edeceğim” demiş ve oldukça tepki toplamıştı.

Onun istediği de bu olsa gerek. Sanatıyla varolmak yerine böyle abukluklar yaparak anılmak nasıl bir duygu doğrusu merak ediyorum. Adamın adını büyükleri faziletli bir ömür geçirmesi için Fazıl koymuş ve kulağına da ezan okumuşlar. Ama o gidip gidip şeytanla ortak şirket kuruyor.

Bu ateistlerin içinde yine de en dürüstü galiba Aziz Nesin çıkmıştı. Ölmeden aylar önce notere gidip bir ateist olduğunu ve asla bir Müslüman gibi gömülmemesi için bu başvuruyu yaptığını söylemişti. İlerde fikrinden cayarsa buna itibar edilmemesini istemişti. Bakıyorsunuz adam ateist, ölünceye kadar her türlü kâfirliği yapıyor, sonra ölüyor ve cenazesi bir ömür düşmanlık yaptığı Müslümanların önüne geliyor ve imam diyor ki:

- Buyrun cenaze namazına!..

Gerçekten “buyrun cenaze namazına”lık bir durum. Arkadaş senin gâvurluk yaparken birlikte olduğun ateist dostların kenarda pipo tüttürüyor ve namazını biz kılıyoruz. Ne hazin bir durum değil mi? Ölürken de birlikte olduğun insanlarla son noktayı koysan ya? Ölünü yakarlar mı, külünü göğe mi savururlar, denize mi dökerler, ne yapmalarını istiyorsan sağlığında vasiyet edersin olur biter, Müslümanları da zorda bırakmazsın. Şimdi imam soracak:

- Ey cemaati müslimin, merhumu nasıl bilirdiniz?

Topluca bir cevap:

- Ömrünü İslâma ve Müslümanlara düşmanlıkla geçirdi, kâfir bilirdik.

Hadi buyrun, sonra ömrü boyunca cami kapısından adım atmamış laik ve ateist dostlarından günlerce süren bir feryat-figan!

- Laiklik elden gidiyor, din devleti mi geliyor ne? İran mı oluyoruz? Ordu göreve, kahrolsun şeriat!

Ve eteklerindeki tüm taşları dökerler. Buraya nereden geldik, Fazıl Say’dan. Ne yapayım kardeşim, bir türlü Fazıl Sayamıyorum adamı. Yarın emr-i hak vaki olduğunda o da önümüze gelecek, yani camiye ve imamın o meşhur sorusuna yine biz muhatap olacağız. Dilerseniz son noktayı her küçük hikâyesi bir ok gibi idraklerimize saplanan Cüneyt Suavi’nin “Yeşil Elbise” adlı hikâyesi ile koyalım:

“Yolda karşılaştığımızda, ezan okunuyordu.

- Gel seni camiye götüreyim, dedim. Bugün Cuma biliyorsun.

Daha önceki tekliflerimi de reddettiği için:

- Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun, dedi.

- Biliyorum ama, dedim. Sebebini de merak ediyorum.

- Ne bileyim olmuyor işte, diye karşılık verdi. Belki çevrenin de tesiri var. Hem pantolonumun ütüsü bozulup dizleri aşınır diye endişe ediyorum.

İster istemez gülerek:

- Herhalde şaka yapıyorsun, dedim. Bunun için cami terkedilir mi hiç?

- Ciddi söylüyorum dedi. Giyimime ve özellikle ‘yeşil’e çok düşkün olduğumu bilirsin.

Gerçekten de öyleydi. Giydiği birbirinden güzel elbiseleri mutlaka yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı.

- Peki, dedim. Hayatında hiç camiye gitmedin mi?

- Çocukken dedemle birkaç kere gitmiştim.. Fakat artık gidebileceğimi zannetmiyorum.

Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmişti. Daha sonra el sıkışıp ayrıldık.

Onunla konuşmamızdan iki ay sonra, kendisinin camide olduğunu söylediler. Hemen gittim. Bahçedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve üzerinde yine yeşiller vardı. Yavaşça yanına yaklaştım ve kısık bir sesle:

- Hani, dedim. Camiye gelmeyecektin?

Hiç sesini çıkartmadı. Çünkü musalla taşının üzerinde yeşil örtülü bir tabut içinde yatıyordu.”


Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi