Serdengeçti'nin hayrülhalefi
“Serdengeçti de kim?” Yeni yetmeler bu soruyu sormakta haklılar. Devir onun devri değil. Tatlı su müslümanları bir elleri balda, diğer elleri yağda havyar kesiyorlar. Refah yayılmış, dindarlar üzerindeki baskı azalmış, iktidar nimetleri rehaveti tavana vurdurmuş...
Siz Serdengeçti’yi bilmezsiniz elbette ve anlamazsınız da!...
Tek parti devrinin talebesi, tabutluk işkencelerine maruz kalmıştı. Dil Tarih’i bitirdi, resmi bir işi olabilir miydi? Her halde zor olurdu! O da milleti için ortaya atılmayı, Serdengeçti olmayı seçti, Serdengeçti dergisini çıkardı. Osman Yüksel, namı diğer Serdengeçti, mücadele ve çile içinde ömrünü geçirdi. Yaşarken mücadele ettiği zihniyete ölürken de nanik yapmadan geri kalmadı.
10 Kasım’da öldü! Hem de 1983 yılında... Sekizle üçü yer değiştirin ne oluyor bakalım?
O günlerin en yaygın fıkrası neydi peki?
Devlet başkanlığını darbe ile ele geçirmiş olan Kenan Evren, her konuşmasında aşırı atatürkçülük propagandası yapıyordu. Her şeyi Atatürk’e bağlıyordu. Kendi tabiriyle, her taşın altında onu görüyordu!
İşte bu Kenan Paşa, o sıralar birazcık rahatsızlanmış. Mevsim de yaz... hemen emanetçi Türk doktorlarını köşke celbettirmiş. Ve onlara ne demiş biliyor musunuz: “Ne yapın yapın beni 10 Kasım’da öldürün!”
Osman Ağabey’i 1983 11 Kasım’ında sağın, muhafazakâr kesimin bütün tanınmış simaları bir araya gelerek uğurladı.
10 Kasım malûm, Atatürk’e yas tutmaya hasredilmiştir.
Kazara, Anıtkabir’e değil de Osman Abi’nin kabrine gitmeye kalkışsanız, kim bilir başınıza neler gelir!
Abdurrahim Karakoç Ağabey’i ben nedense hep Osman Yüksel’e benzetirdim.
Siması benzerdi. O da zayıf, kara kuru bir kişiydi.
Sözü, sohbeti benzerdi. Her ikisi de konuşurken ve yazarken dosdoğru idiler. Dostlarından çok düşmanları vardı bu yüzden.
Ya fikirleri?
Fikir zikir mevzuunda da ha Osman ağabey, ha Abdurrahim ağabey! Anlayacağınız, Abdurrahim Ağabey, Serdengeçti’nin hayrülhalefi idi.
Bu ikilinin tanışıklığı 1960’lara kadar gidiyor. Osman Yüksel, Abdurrahim Karakoç’un Hasan’a Mektup’larını yayınlıyor. Tanışma bu yayından sonra, yanlış hatırlamıyorsam. Bir gün Osman Ağabey’in Ankara Denizciler Caddesi’ndeki dükkân ve ev olan mekânına biri giriyor...
Osman Yüksel kapıdan gireni hemen tanıyor, daha önce ne karşılaşmışlardır, ne de resmini görmüştür.
“Yiğit yiğidi gözünden tanır” derler ya öylesine.
O ilk muhabbet hiç eksilmiyor.
Osman ağabeyi severdik, son günlerinde Ankara’da, Aktaş’ta Site Yurdu’na yakın bir yerde bir ev tutmuştu, tabiî bodrum kat! Orada ziyaret etmiştik. Meşhur hastalığı onu fena halde titretiyordu. Kendi ifadesiyle araba markasına benzer bir hastalığa tutulmuştu: Parkinson!
Soranlara da, Başbuğ Türkeş “Titre ve kendine dön” dedi ya, biz başladık titremeye, diye nükteli cevaplar veriyordu.
Abdurrahim Ağabey de sonunda Ankara’ya taşındı. Zaman zaman görüşürdük. Keskin zekâsı, güçlü ifadesi tıpkı Osman ağabey gibiydi. Onunla ilgili bir çok hatıra da anlatırdı. Osman ağabey dergisini kendi çıkarmıştı, Abdurrahim Ağabey’in dergi çıkarmasına gerek yoktu, çünkü Vakit-Akit vardı. 12 yıl, elinden kalem düşene kadar yazdı.
Şimdi Abdurrahim ağabey de hatıralarda kaldı. Allah gani gani rahmet etsin.
Refahın, bolluğun, iktidarın yozlaştırıcı tesirine karşı Osman Yüksellere, Abdurrahim Karakoçlara şimdi çok daha fazla ihtiyacımız var.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.