Nehir söyleşi başlıyor
Çıkacağını bildirmiştim. Çok yakında deyip ismini de not etmiştim. Mustafa Kutlu'nun yeni kitabı "Anadolu Yakası" mürekkebi kurumadan çıktı geldi.
Her zamanki gibi, okuyup hakkında söz söylemek yerine, baştan başlıyoruz.
Bakalım nasıl bir âleme dalacağız, hayırlısıyla.
* * *
Nehir söyleşiler çokluk bir başarı hikâyesi anlatır. Başarılı adam ve kadınların çoğu şöhreti yakalamış, medyatik olmuştur. İnsanlar bu kişilerin özel hayatlarını merak ederler. Onlar da her gün medyada gözükmekten haz duyarlar.
Başarının ölçüsü farklıdır. Başarılı bir öğrenci, başarılı bir sporcu, başarılı bir iş adamı, sanatçı varsa; başarılı bir "ev kadını" da olmalıdır.
Ve vardır.
Ama arayanı-soranı yoktur.
Kimse onu televizyona çıkarmaz, kimse onunla filan dergi için röportaj yapmaz. Meğer ki adı bir sansasyona karışmamış olsun.
Sansasyon ilgi uyandırır. Reytingi vardır. Haberciler bu habere atlar. Bazıları günlerce ekranda kalır, etinden, sütünden, tırnağından faydalanılır.
Patronun kulağına böyle bir dedikodu çalınmış. Patron dediysem yanlış anlaşılmasın gazetenin sahibi değil. Amirimiz. Haber müdürü, şef, her neyse. Beni çağırdı. Kapıyı kapadı. Ayakta: "Erol" dedi, "Bir televizyonda taciz haberi var". Heyecanlandım. Taciz haberleri iyi iş yapıyordu. "Nerde" dedim. "Henüz doğrulanmadı, ama sıcak bir dedikodu, Anadolu Yakası diye bir kanal var ya". Duymamıştım. "O ne ya!" dedim. Patron küçümseyen bir tavırla yanağımı okşadı. "Güya haberci olacaksınız. Daha memlekette kaç televizyon var, isimleri ne, bundan haberiniz yok". Hiç alınmadım "Ohoo!" dedim, "sürüyle. Hangi birini ezberleyelim". Patron daha babacanlaştı, adam olman için kırk fırın ekmek yemen lazım, mânasına omuzuma birkaç kez vurdu. "Bileceksin ciğerim, bileceksin ki, bu âlemde bir adın olsun."
Uzatmayalım lafı şöyle bağladı: "Kanal sahibinin adı Muzo soyadı Gönül". Ben gülüm "Ada bak hizaya gel" dedim. Patron ciddileşti. "Cıvıma" dedi. Bir kâğıt uzattı. "Ad, adres, telefon burda; hadi fırla" dedi. Kalktım. Tam kapıdan çıkarken, "Herif kanalı bizzat yönetiyor, aynı zamanda hemşerin oluyormuş" diye ilave etti.
Gidelim, şu haberi didikleyelim.
Aslında bu kabil işlerden, bel altına vurmaktan tiksiniyorum. Ama şöyle bir laf var bilirsiniz: "İş, iştir." Bu aşağılık bir yalan, ama hepimiz inanıyor ve pozisyonumuzu, paramızı, şöhretimizi, konforumuzu terk etmemek için ya seve seve ya katlanarak çalışmaya devam ediyoruz.
Bazı yürekli adamlar ceketini alıp, kapıyı çarpıp çıkıyor. "Helal olsun" diyoruz ama, bir yandan da "Nereye gidiyor acaba?" diye merak ediyoruz. Yürekli adamlar azalıyor. Demek ki ahlak çöküyor.
Hemşeri imişiz.
Bari tanıdık biri olsa.
Nasıl da etki altında kalıyoruz. Bu, bir süre sonra bir virüs gibi bütün benliğimizi kaplıyor. "Taciz" lafını duyunca heyecanlandım. Demek virüs beni de istila etmiş.
Kahretsin.
Telefon ettim.
Hafif aksanı olan tatlı bir ses. Kendimi tanıttım, gazetemi falan. Heyecanlandı. Hemşeriyiz hem, deyince ferahladı, sesine bir neşe bir hafiflik damladı. "Bir mesele var da, sizinle konuşsak diyorum, belki bir röportaj yaparız" dedim. Hemen kabul etti. Yemek yer konuşuruz, dedi, bekliyorum.
Makinayı, teybi aldım, taksiye atladım. Yol boyu "Yahu şu iş fos çıksa, taciz yalan falan olsa" diye dua ettim.
Ben nasıl bir adam oldum? Hem kendi, hem öteki. Anadolu Yakası gerçekten Anadolu Yakası'nda. Sapa bir yerde ama binası güzel. İşten anlayan birine dekore ettirmişler. Her taraf pırıl pırıl; yağ dök yala. Muzo Gönül beni kapıda karşıladı.
Ortadan uzun boylu, saçları dökülmeş, yanakları güldüğünde çukurlaşan, gözlerinin içi gülen, her hali ile köylü olduğunu bas bas bağıran sevimli bir adam.
Oturduk, kahve söyledi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.