Diyanet Teşkilatına yeni rol
Toplum nezdinde meşruiyet sorunu olan rejimler, meşruiyeti sağlamak için itip kaktığı, imha etmek için ne gerekiyorsa yaptığı dinin referanslarına sığınmaktan başka bir yol bulamazlar. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Hz. Musanın tebliği karşısında köşeye sıkışan Firavun, zamanın inanç önderleri olan kahinlerden yardım almıştı. Hükümranlığını sürdürmek isteyen Roma, Kilisenin desteğini almayı başarmıştı. Dini hayattan uzaklaştırarak Ali Fuat Başgilin tabiriyle devlete bağlı din dönemini başlatan M. Kemal, Hilafeti kaldırmasına, dini olan ne varsa iktidardan ve toplumsal hayattan uzaklaştırmasına rağmen, meşruiyet sorununu aşmak için Osmanlıdaki Şeyhülislamlık makamını Diyanet İşleri Başkanlığına dönüştürerek, devrimlere dini otorite desteği sağlamıştı.
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Diyanet Teşkilatına biçilen rol, dinden uzaklaşmayı normalleştirmek, devlete bağlı din formülasyonunu dindar topluma kabul ettirmek, yeniden tanımlanarak yeni bir formata sokulmak istenen İslamın reforme edilmesi çalışmalarını kamufle etmekti. Bu hususta ilk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi, kendisine tevdi edilen vazifeyi bihakkın ifa ederek M. Kemalin takdirlerini kazanmaya mazhar olmuştu.
Cumhuriyetin her döneminde bu taktik uygulandı. En yeni örnek olarak, 28 Şubat sürecinde darbeciler, aldıkları kararların bazılarını bizzat Diyanet Teşkilatına uygulattırmadı mı? Ezanın sesinin kısılması ve merkezi sistemle okutulması, rejime uygun hutbe iradı, Kuran kurslarına yaş sınırı getirilmesi vb. düzenlemeler bizzat Diyanet Teşkilatı eliyle yapılmadı mı? Yani iktidar kimin elindeyse, Diyanet Teşkilatı onun arzusuna uymak zorunda kalmadı mı?
Bu noktada, konumuzun Diyanet Teşkilatı bünyesinde çalışanlar olmadığını hassaten belirtmek istiyorum. Diyanet mensuplarına değil, kurum olarak Diyanet Teşkilatının resmi duruşuna, kendisine biçilen role değinmek amacındayım. Yoksa kurum içinde her türlü baskıya rağmen dik duruş sergileyenleri kurumsal duruştan sorumlu tutma ya da herhangi bir yaftayla itham etme niyetim yok. Nitekim bütün baskılara rağmen, Din İşleri Yüksek Kurulu üyelerinin başörtüsü konusunda asla taviz vermediğini biliyor ve Kurulun yürekli üyelerini takdir ediyorum.
Diyanet İşleri Başkanlığı, 1961 Anayasası ile anayasal bir kurum haline geldi ve genel idare içinde yer aldı, mevcut Anayasanın 136. maddesi de aynı pozisyonu korudu. Madde şöyle: Genel İdare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir.
Görüldüğü gibi, T.C.nin laik yapısı ve kimliği içinde, hem de o laik yapının genel idaresi içinde yer alan; büyük ekseriyetle Müslüman olan halkın dini İslamı temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığının hareket ve faaliyet çerçevesini belirleyen 136. maddeye göre, Diyanet İşleri Başkanlığı; ancak laiklik ilkesi doğrultusunda, laiklik rotasında hareket edecektir. Bütün siyasi görüş ve düşünüşlerden, tabiî ki İslamın siyasi görüş ve düşünüşünden de uzak olacaktır. Amacı milleti devlete bağlamak olacak, Kurana uygun düşmeyen Anayasa esaslarına uygun olarak hazırlanan özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirecek, bu arada -nasıl olacaksa- Kuran-ı Kerimi de temsil(!) edecektir.
Mevcut anayasadaki bu hüküm, 1971 tarihli bir Anayasa Mahkemesi kararına dayanır. Zira o tarihte bir parti, Diyanet İşlerinin genel idare içinde yer almasının Anayasanın laiklik ilkesine aykırı olduğu, bu sebeble hükmün iptali talebiyle Anayasa Mahkemesine iptal davası açmıştı. Anayasa Mahkemesinin karar gerekçesi (Esas:1970/53, Karar:1971/76) 15 Haziran 1972 gün ve 14216 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmıştı. Karara göre, Diyanet İşleri Başkanlığının Anayasada yer alması şu zorunluluk ve nedenlere dayanmakta:
Diyanet İşleri Başkanlığı, dini bir teşkilat değil, Anayasanın 154. maddesinde saptandığı üzere genel idare içinde yer almış idari bir teşkilat durumundadır. Dolayısıyla da Anayasanın 117. maddesine aykırılıktan söz edilemez.
Kararın devamında yer alan şu ifade çok manidar: Dinin Devletçe denetiminin yürütülmesi... Sanırım bu ifade resmi ideolojinin Diyanet Teşkilatına hangi rolü biçtiğini göstermeye yeter. Özetleyelim: Diyanet Teşkilatı dini bir kurum değildir ve devletin dini kontrol etmesi için gereklidir.
Bugüne baktığımızda, Diyanet Teşkilatının hâlâ gerçekten İslam Dinine uygun bir işlev sürdürebildiğini düşünmüyorum. Günümüz şartları itibariyle İslamın ihya edilmesi gereken önceliklerine göre proje hazırlayıp çözüm üretebilmesi zaten yasal olarak mümkün değil. İktidar kimin elindeyse, Diyanet Teşkilatı onun belirlediği gündeme uygun dini söylemler üretmek durumunda kalıyor.
Yeni anayasada Diyanet Teşkilatı resmi ideolojinin meşruiyet unsuru olmaktan çıkarılarak bağımsız olmalı, İslamın hakikati neyse ona uygun fonksiyon icra edebilecek bir niteliğe göre teşkilatlandırılmalı. Aynı kalacaksa, Müslümanların böyle bir teşkilata niye ihtiyacı olsun?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.