Birleşmiş Milletlerin 67. yılı
Bugün Birleşmiş Milletlerin (Cemiyet-i Akvam) kuruluşunun 67. yıldönümü. Yeni bir yıldönümü kutlanıyor. Bu kutlamaları yapan Birleşmiş Milletlerin içini tamamen boşaltan, sadece kendi çıkarlarının koruyucusu bir örgüt olarak tanımlayan 5 ülke; Amerika, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa yani 5li çete fiilen bu yolla bir tür sömürgecilik yapıyorlar. Bu beş ülkenin de alınan kararları veto yetkisi var. İşlerine gelmeyen karar anında çiziliyor. Böyle bir Birleşmiş Milletler örgütüne ise olsa olsa Birleşmiş İlletler adı uygun olur. Bilhassa İsrailin bu örgütte ayrıcalıklı bir statüsü var. Filistinde yaptığı zulüm ve gasplara karşı hiçbir yaptırım uygulanamıyor. Zira Filistinliler insan değil! ama bir Yahudinin burnu kanasa BM ayağa kalkıyor. Dünyada bu zulme sağır, dilsiz ve kör. Bu körlüğün bir istisnası var; Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan son BM Genel Kurulunda tüm dünya liderlerine karşı tarihi bir konuşma yaparak Birleşmiş Milletlerin İsraile yaptığı hamiliğin ve Filistine yapılan haksızlığın altını çiziyor sonra da devamla:
BM bugün insanlığın umutlarını, insanlığın geleceğini tehdit eden korkulara galip kılacak bir liderlik sergileyemiyor. BM, belli ülkelerin çıkarları ve vesayeti istikametinde değil, bütün insanlığın hukukunu korumayı esas almak üzere yeniden yapılanmak ve vizyonunu yenilemek zorundadır.
Uluslararası toplum, Somalide yaşanan acıyı adeta bir film gibi kayıtsızca seyrediyor. O eski sömürgeci-kolonyalist anlayış ne yazık ki bugün ise menfaatinin olmadığı yere adımını atmayarak milyonlarca çocuğun bir lokma ekmeğe muhtaç olarak ölmesini seyrediyor. Somalinin feryadını duymayan dünyada kimse barıştan, adaletten, medeniyetten söz edemez.
Ülkede dökülen her damla kan, Suriye liderliğiyle halkının arasındaki bağı koparmaktadır. Türkiye olarak biz, gerek Suriyede, gerek diğer ülkelerde, halkların demokratik taleplerini desteklemeye ve rejimleri bu yönde adımlar atmaya teşvik etmeye devam edeceğiz.
Buradan Libya meselesinde bütün uluslararası topluma şu konularda hassas olması gerektiğini söylüyorum. Libya, Libyalılarındır. Libyanın zenginlikleri Libyalılara aittir.
Azerbaycan topraklarının yıllardır süren haksız işgali artık sona ermelidir. Yukarı Karabağ sorununun bu şekilde çözümsüz kalması kabul edilemez.
Balkanlarda barış ve istikrarın tesis edilmesi bütün bölge için elzemdir. Bunun yolu Kosovanın tanınmasından geçmektedir. Bu, uluslararası toplumun sorumluluğudur.
TÜrk Evinden çıkarken stajyer bir öğrenci ile fotoğraf çektiren Erdoğan, stajyerin:
- Elim ayağım titriyor, çok heyecanlıyım demesi üzerine de:
- Biz kimseyi titretmedik bugüne kadar, İsrailden başka ifadelerini kullanmıştı. Bugün de aynı Erdoğan, halkını gözünü kırpmadan katleden zulme Yeter! diyen Türkiyeye de uluslararası sularda silahsız seyreden bir keşif uçağını düşürerek kabadayılığa soyunan Beşar Esedi uyarıyor:
- Bak Esed, bizim dostluğumuz kadar düşmanlığımız ve gazabımız da şiddetlidir. Bunu sınamak sana çoook pahalıya patlar!
Batılı ülkelerin dışişleri bakanları da hemen Esedin burnunu sürtmek adına bir fırsat yakalandığı zehabına kapılarak hemen bize destek mesajları yayınlamaya başladılar. Meğer ne kadar adaletli ülkeler imişler de haberimiz yokmuş! Ama Erdoğan, bu savaş çığırtkanlarına da gereken cevabı veriyor:
- Biz kimsenin maşası değiliz, Suriyeye gereken cevap biz istediğimiz zaman ve istediğimiz yerde verilecektir, Batılı ülkeler istediği için değil.
Bekleyip göreceğiz Suriyedeki Beşar Esed zaliminin sonunu. Ne Firavunların demir kafesler içinde sonuna şahit oldu bu gözler.
Haluk Nurbaki Hocamızı anarken...
Haluk Nurbaki Hocamızla yayın yönetmenliğini yaptığım Üsküdar FMde tanıştım. Yanılmıyorsam 1995-96 yılları. Hocamız Uğur İlyas Canbolatla beraber radyomuzda o doyumsuz sohbetleri yapıyor. Ben onu, o da beni çok seviyoruz. Gönlü insan sevgisi ile dolu olan hocamız, bir akşam Yeşilçamda bir derviş olarak ömrünü tamamlayan Yücel Çakmaklı ile koyu bir sohbet demliyorlar. Sohbetin sonunda uzun zamandır aklımda olan bir teklifi Yücel Abiye yapıyorum. Nurbaki Hocamızın artık bir klasik haline gelen Serabın Hikâyesinin ehil bir yönetmen tarafından sinema filmi yapılmasını, bu işi de hoca ile aynı ruhu paylaşan Yücel Çakmaklının yapabileceğini söylüyorum.
Yücel Çakmaklı rahmetli merak ediyor Serabın Hikâyesini, dinliyor adeta bayılıyor. Bu hikayenin senaryosunu da en iyi Ayşe Şasanın yazacağını, ona teklif götüreceğini açıklıylor. Ben de senaryonun mükemmel olabilmesi için Serabın Hikâyesinin daha tafsilatlı ark aplanının oluşmasını sağlıyorum. Ertesi gün Hocamızı stüdyoya alıp, takriben 1 saatlik bir kaset dolduruyoruz. Serabın Hikâyesinin ilk geniş anlatımını çoğaltıp, Yücel Çakmaklıya ulaştırıyorum. Ama proje her türlü hayata geçirilemiyor. Israrla takip ediyorum, ama olmuyor, olmuyor. Aradan uzun yıllar geçiyor. Sonunda Özkan Eren Beyin çektiği Dinle Neyden filminin galasında Yücel Abiye sitem ediyorum. Fatih, mutlaka yapacağız demekle yetiniyor ve önce Nurbaki Hocamız, sonra da Yücel Abiyi ebedi yurtlarına uğurluyoruz. Proje hâlâ ortada. Bir gün bunu gerçekleştirecek olan sahibini bekliyor. Eminim bu gerçekleşirse iki derviş gönüllünün de ruhları şâd olur.
Rahmetli Hocamıza ilahi davet gelmeden 1 yıl önce bir tv kanalında hazırlayıp sunduğum Fatih Uğurlunun Fakirhanesi programına konuk olarak davet ediyorum. Beni kırmıyor ve ayakta duracak hali yokken Sarıyerden taa Şirinevlere, kanalın olduğu adrese birlikte geliyoruz. Programı duygulanıp birlikte gözyaşı dökerek tamamlıyoruz. O kanlada bu program zaman zaman yayınlanır.
Bugün ölümünün yeni bir sene-i devriyesinde Haluk Nurbaki Hocamızı rahmetle anıyoruz. Kabri cennet bahçelerinden bir bahçe