Yeni "Türkiye sağı" mı?
İktidar partisinin yeni transfer çabaları dar anlamda siyasal olarak taban desteğini artırma girişimi olarak okunabilir. Yakın dönemde kongrenin yapılacağı, bu kongreden sonra siyasetteki muhtemel gelişmelerin nelere gebe olduğu düşünüldüğünde bu destek arayışı daha farklı anlamlar içeriyor.
Başbakan'ın son kez aday olması bir yana cumhurbaşkanlığı seçimleri, başbakanın kim olacağı hatta başkanlık sitemine geçilip geçilmeyeceği gibi adeta kartların yeniden karılmasını zorunlu kılacak bir süreç adım adım yaklaşıyor. Tüm bunlara bakıldığında sembolik değeri olan isimleri, hatta partileri Ak Parti bünyesine katma çabaları da, tıpkı CHP'nin hiç iktidar şansı olmasa bile benzer arayışlara girmesi gibi, siyasetin doğasına yakışır bulunabilir.
Buraya kadar anlaşılmayacak bir durum yok. Türk siyasetine HAS bir çizgi ile AKP'ye katılanlarından, bu katılımın nasıl bir siyaset çizgisine tekabül ettiği, bunun nasıl algılandığı daha önemli duruyor.
İktidar partisi her ne kadar kitle partisi görünümü ile siyaset alanına çıkmış olsa da temelde sisteme muhalif İslami duyarlılığı olan kesimlerin omurgasında yükseldi. Siyasal duruşu itibariyle bu ülkede mağdur edilenleri, dışlananları, düşünceleri hep yasaklı ve ayıplı sayılanları, farklı kesimleri, muhalif duruşunun sağladığı ivme ile bu akımın içine çekebildi. Diğer taraftan bakıldığında hem iç konjonktür hem de uluslararası şartlar gereği, muhalif kitleleri merkeze taşıyacak, ideolojik olarak törpüleyecek, iddialarını terk ettikleri oranda merkezde kendilerine alan açılacak bir süreç yaşandı.
Ak Parti, merkez parti olarak ama temsil ettiği taban itibariyle de merkezin dışladığı çevreyi temsil ettiği algısını sürdürdüğü oranda büyüdü. Paradoksal görünen bu durum, bir bakıma Türk siyasetinin bu zamana kadar hangi çelişik dinamikler üzerinden yürütülmeye çalışıldığını da gösterir.
Kemalizm'in biyolojik ömrünün tamamlanmasının eşiğinde post-Kemalizm'in temsiliyeti, yeni merkezin oluşumu AKP şahsında yükseldi. Aslında Kemalizm'in yerine post-Kemalizm'in yükseldiği bu yeni dönemde, İslamcı siyaset olarak adlandırılan, böyle bir iddiası olmamakla beraber bu şekilde tanımlanmasının kendisine sağladığı kitlesel meşruiyetten memnun görünen AKP, bu boşluğun karşılığı haline geldi.
Geçmişin merkeze oturan dışlanmış kadrolarının temsil ettikleri kitlenin ideolojik dönüşümünde "başarı öyküsü"nün, iktidar olmanın nimetlerinin katkısını kimse yadsıyamaz. Bu açıdan sistemin ikinci büyük dönüşüm hamlesi, yine bu kitle üzerinden gerçekleştirilmiş oldu. Bu kez hem iç dinamikler hem de uluslararası koşullar bu dönüşüme ülkeyi "icbar etti".
Bu sürecin dışında kalmayı tercih eden, muhalefet gösteren siyaset tarzının da, hem yeni merkez-çevre ilişkisine hem küresel biçimlendirmenin dayattığı formülasyona alternatif bir siyaset dilini geliştirmeleri kaçınılmazdı. Mevcutlar içinde Ak Parti iktidarının dayanılmaz cazibesine direnebilen ne siyasal bir yapı ne de entelektüel çaba kalmadı neredeyse. Düşünce üretmesi gerekenler bürokratlaştırılarak, siyaset yapanlar öfke seline kapılıp adeta "neden biz değil onlar"dan öte anlam ifade etmeyen kaba retoriklere kapılarak, asker-sivil geriliminden doğan psikolojik ortamla da beslenince sağcılaşma süreç içinde içselleştirildi. Kendi kavramlarını, kendi referanslarını kaybeden devasa bir iktidar gövdesi ortaya çıktı.
Tüm bu süreçle gelinen sonuç, aslında Türkiye'de İslamcıların kendi siyaset dillerini kurmadan, en azından alternatif bir siyasetin imkanları denenmeden, merkez sağ siyasetin içselleştirilmesidir. İslamcılığın barındırdığı potansiyel ve entelektüel enerji açısından bu ülkenin, bölgenin geleceği düşünüldüğünde hiç de iç açıcı bir durum olmasa gerek. Küresel sistem ile uyum içinde bir tarz-ı siyasetin kısa vadeli kazanımları, uzun vadede Türkiye'nin ve bölgenin şekillenmesi yolunda hak ve hakikati esas alan bir duruşu, siyaset tarzını, nizam arayışlarının imkanlarını ortadan kaldırır.
Tuhaf olan şu ki, mevcut siyaset-iktidar ilişkilerine pragmatist yaklaşan ama kimi çekincelerini saklı tutan kaygı sahiplerinin Türkiye sağ/cı/lığını içselleştirilmiş olmasıdır. Siyasetin rasyonelleştirilmesi adına merkez ilişkilerini temel alan duruşun sorgulanmaması bir yana artık merkez siyasetin, muhafazakar-sağ siyasetin idealize edilmesi söz konusu.
Son gelişmeler iktidar partisinin siyasal alanda elini güçlendirmeden öte anlamlar içermesi açısından, on yıl önce yaşanan kırılma/dönüşümden ayrı olarak entelektüel anlamda da yeni bir zihinsel kırılmanın tezahürü olarak ele alınıp tartışılmalı. "Türkiye sağı"ndaki dönüşümün neye karşılık geldiğiyle önce eli kalem tutanlar yüzleşmek zorunda.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.