Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Kimin imanından kime ne, (de..)

Kimin imanından kime ne, (de..)

İnanmak, neye?.. İnanan, kim? Ve, inanmayan var mı?
İnsanoğlunun, yaşamak için hava, su ve gıdaya ihtiyacı ne kadar fıtrî ise, inanmak da öyle..
‘Hiçbir şeye inanmıyorum’ diyen de gerçekte, bir şeye inanıyordur.
İnançsızlığa, hiçliğe veya kendi zannlarının gerçek olduğuna.. Bir şiirinde ‘Bu türlü dinsizlik diyanetimdir benim..’ diyen Hasan âli Yücel’in mısraı, bu açıdan düşündürücüdür..
Onun için, sıradan bir ‘inanmak’ yerine, inançlı olduklarını söyleyenlerin neye inandıklarını belirtmesi, en doğrusu..
Ama, bugün genelde, inanmak deyince, daha çok, mükevvenatın, bütün bu varlıklar âleminin bir ‘Yaratıcı’sının olduğuna ve insanoğlunun hayatı nasıl yaşayacağının da, ‘vahy-i ilâhî’ ile ‘Gaib’den bildirildiğine inananların inancı geliyor akla..
İslâm’ın mu’minleri/inananları da Kur’an-ı Mubîn’de (Baqara Sûresi, 3. âyette) ‘..Onlar, Gayb’e inanırlar..’ diye beyan olunur.. ‘Gayb’, -bazılarının zannettiği gibi- bilinemeyen, mechûl bir âlem değil, insanın idrak ve müşahade gücüyle kavraması mümkün olmayan ve amma, insanın aklen de varolması gerektiğini hissettiği bir âlem, bir mâveradır..
Aslı itibariyle, ‘vahy-i ilahî’ kaynaklı dinlerin bağlıları da o dinlerin ‘mu’min’leri olarak nitelenir, tabiatiyle.. Ama, günümüzde kimileri de demokrasiye, laikliğe, materyalizme, kapitalizme, hiçbir şeyin gerçek olmadığı kanaatine dayalı ‘nihilizm’e, falan veya filan kavmiyetçilik/ ırkçılık / şovenizm ideolojilerine, tecrübî ilimlere, anarşizme, birtakım hurafelere, ruhlara, yıldız, burç ve fallara inandığından sözeder.
Yani, gerçekte bu dünyada ‘inançsız insan’ yoktur.. çünkü, inanç, insan hayatının olmazsa olmaz gereklerindendir.. Hiç bir şey bulamayan, kendine tapar.. ‘Beşerin öyle dalâletleri var../ Putunu kendi yapar, kendi tapar.’ demişti, Fikret.. Ama, o bunu kendi inanç dünyasında da fiilî olarak yaşamış, ‘vahy-i ilahî’ye savaş açmış, hattâ açıkça Kur’an’a da derin bir hınç ile saldıran bir ‘athée /athéist’ (tanrı tanımaz) olmuştu.. Ki, onun ölümünden sonra, oğlu Hâluk, annesiyle birlikte Amerika’ya gitmiş ve orada, insanların kendilerine ‘din’lerini sorunca, ‘din’ gerçeğiyle karşılaşmış ve ‘annesiyle birlikte hristiyan olduğunu’ yazmıştı, hâtırâtında.. Halûk, İslâm hakkında babasından aldığı düşmanca duygular ve şartlandırmalar sebebiyle müslüman olmasının mümkün olmadığını da söylemişti.. Ve o, sadece sıradan bir hristiyan olmakla kalmamış, papaz okulunda okumuş ve 1967’de bir papaz olarak ölmüştü..
(İlginçtir; o dönemde Fikret’le merhûm âkif birbirleriyle bir kalem cedelleşmesine girişirler.. Fikret, âkif’e, ‘Molla Sırat’ diye hücum eder.. âkif de, ‘Bugün Allah’ı sever, yarın biraz para ver, / Hiç utanmaz, protestanlara zangoçluk eder..’ diye nitelerdi, Fikret’i.. Ama, o değil de, oğlu zangoç olmuştu.. Yine de, babasından bir gömlek üstün sayılırdı.. çünkü, bir inanç kapısına bağlanmıştı..)
Evet, özellikle miladî- 19. Yüzyılda gem’i daha bir azıya alan pozitivizm/materyalizm, hele de ‘vahy’ kaynaklı bütün dinlere karşı bir savaş açmış ve o akımdan etkilenen niceleri Osmanlı’nın yıkılış demlerindeki sosyo-psikolojik toplum yapımızın geçirdiği sarsıntıların da etkisiyle, bütün bir toplumu kendi inkarlarına teslim olmaya zorlamışlardı.. Ve Beşîr Fuâd, Bahâ Tevfik ve T. Fikret gibi isimler bizdeki ilk materyalistlerdendi..
*BAŞKASINI KöLE GİBİ GöRENLER, öZGüRLüKçü OLAMAZ!
‘Yahu, onlar bir sapıklık içindeydiler, sadece kendilerini ilgilendirir..’ deyip geçemeyiz. çünkü, onların fikirleri, hele de 1930’lar Türkiyesi’nde ateizmin daha bir azgınlaşmasıyla, toplumumuza ne büyük travmalar, ne onulmaz acılar yaşatmıştır ki, hâlâ da onun pençesindeyiz.. Ve o dönemin fikrî mirascıları, ‘Bizim laikliğimiz, Batı’nın laikliğine benzemez’ deyip dururlar ikide bir ve ‘laisizm’e bir yeni din ve yeni kutsal gibi taassubla bağlanmışlardır ki, bu, başka dünyaların laiklerinin bile tasavvur edemeyecekleri çaptadır..
Bu gibilerin, hangi inançta oldukları bizi pek ilgilendirmiyor.. çünkü, müslümanlar, başkalarının da kendi inançlarına bağlanmasını, sadece onların kurtulmaları açısından isterler.
Bunun için, her müslüman, kendi çapında ve sürekli bir tebliğci, mübelliğ durumunda olmak sorumluluğunu taşır.. Ama, onlar, iman’ın bir ‘nasîb’ mes’elesi olduğunun idrakindedir de.. Hidayet kapısına kimse sürüklenerek, zorla getirilemez.. Bu gerçek, ‘Laikrahe fi-d’dîn, / Dinde zorlama yoktur / olamaz.’ âyetiyle yolumuzu aydınlatmaktadır..
Nitekim, hele de son zamanlarda kendilerinin ‘müslüman olmadıklarını’ açıkça beyan edenlerin sözleri medyada açıkça yer alıyor, ama, kimse ilgilenmiyor bile..
Meselâ, geçmiş yıllarda, kendisini ‘gerçeğin ve tanrı’nın bilinemeyeceği’ görüşünü benimseyen mânasında, ‘agnostik’ olarak niteleyen Prof. Mete Tunçay, geçen hafta, Aband’da yapılan bir toplantıda, ‘türklerle kürdler arasındaki problemin din gücüyle halledileceğini, müslüman olmadığı için söyleyemeyeceği’ni dile getirmiş; kendisini net olarak deklare etmek, açıklamak ihtiyacını duymuştur, ama, kimse bir tepki vermemiştir.
Murat Belge ve Perihan Mağden de ‘ateist’ olduklarını hatırlatıyorlar sık sık.. Serdar Turgut da önceden öyle idi, ama, geçirdiği bir ‘beyin rahatsızlığı’ndan sonra artık ‘tanrı’ya inandığını söylemişti.. İnandı da, ne değişti, sanki.. Sexomanie kokan yazıları sona mı erdi?
Geçen hafta da, -bir general kızı ve- balerin ve sinema oyuncusu Lâle Mansur ‘müslüman olmadığı’nı söyledi.. Ama, onun açıklamasında da, Mağden’de olduğu gibi bazı ilginç noktalar var: 'Ben Müslüman değilim, başını örtenler gibi düşünmüyorum, Onların neler çektiklerini biliyorum. Başörtülü arkadaşlarım var, hiçbirinin gizli ajandası falan da yok. Onlar adına konuşmak istemem, ama özgürlüklerini sonuna kadar destekliyorum. (..) Asıl tehdit laikperestlerdir. Eskiden komünizmle korkutuluyorduk; şimdi şeriat ile korkutuluyoruz. (…) Nişantaşı'nda 10 tane başı kapalı görünce ‘Artık bizim mahallemize geldiler.’ Yani, Anadolu'ya hiç gitmiyor mu bu insanlar? Anadolu'nun ne kadarının başı kapalı. (…)Başı açık insanların ilerde bu hakları elinden alınma ihtimali olabilir diye saçını kapamak isteyen birinin eğitim hakkının elinden alınmasını ben içime sindiremiyorum’ diyebiliyor, hiç değilse!
Evet, problem, birilerinin ‘müslüman olmadığını’ açıklamasından değil, ‘taife-i laicus’un, müslüman halkın kendi inancına göre yaşamak istemesine çıkarılan müşküllerden kaynaklanmaktadır.. Her ne olurlarsa olsunlar, yeter ki, özgür insan olarak, Allah’ın verdiği akıl nimetini olsun terketmesin ve başkalarını kendi köleleri gibi gören despotluklardan uzak kalsınlar.. ‘Laisizm dini’nin bağlıları ise, kendilerini ‘devletin sahibi, halkın efendisi ve öğretmeni’ sayıyorlar. ‘Siz bize karışamazsınız, ama, biz size karışırız, bizim istediğimiz gibi yaşamalısınız..’ diyorlar, kavlen ve fiilen.. Bizim itirazımız işte bu ‘despotizm’edir. Yoksa, onların kendi dinlerini/ inançlarını açıklamalarına değil.. çünkü, İslâm, kendisine gelenlerle güçlenmiyor, kendisinden kopanlarla kaybetmiyor, zayıflamıyor.. İslâm’a gelenler onunla şeref kazanıyor; ondan uzaklaşanlar da, ışıklarını yitiriyorlar..


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi