ABD Büyük Şeytan... Ya Suriyedeki katliama arka çıkan İran?
Son günlerde Türkiye ile doğu komşusu İran arasında soğuk rüzgârlar esiyor. İran, Türkiye’nin Suriye politikalarından rahatsız, tıpkı Rusya ve Çin gibi kayıtsız şartsız Suriye’yi destekliyor. Hatta İran’ın onlardan farklı olarak mezhebi taassubunun da bu destekte payı olduğu bir gerçek.
İran’ın devrimin gerçekleştiği 1978’den beri, Türkiye de dahil, nüfuz edebileceği ülkelere kendi mezhebinin şemsiyesi altında bir İslâm devrimi ihraç etmeyi düşündüğü ve bunu da gerçekleştirmeyi devlet politikası olarak benimsediği biliniyor. Bu yüzden de zaman zaman Türkiye’deki laik çevreler Müslüman halkı ehlileştirmek ve haklı taleplerinden vazgeçirebilmek için İran kartını ortaya sürerek zihinlere “Türkiye İran oluyor mu” korkusunu salıyorlardı. Oysa ehl-i sünnet bir Türkiye’nin asla İranlaşmayacağı, kendi çizgisinde bir yeniden doğuş yaşayacağı zaman içinde de anlaşılacaktı. Türkiye’deki bu felaket tellalları bu defa “Malezyalılaşıyor muyuz” teranesine sarılacaktı.
Şimdi 1978 yılına dönüyoruz. İran’da bir devrim gerçekleştiriliyor. İran İslâm Devrimi olarak tarihe geçen ve Ayetullah Humeyni’nin önderliğinde batının kuklası bir şahlık rejiminin yerle bir edildiği günlerdeyiz. Sahibi olduğum Huzur Reklamcılık Cağaloğlu’nda faaliyette. Ve İran Konsolosluğu’na da 200 metre mesafede. Hepimizde müthiş bir İran sevgisi. O günlerde mezhebi ayrışmayı göz ardı ediyoruz hepimiz. Baktığımız pencere hep ABD’ye ve batıya karşı dik duran ülkenin var olabilmesi. Hep ezilen, horlanan, gizli batı sömürgesi olan İslam dünyasının bir ferdi olarak yaşamanın ruhlarımıza sindirdiği aşağılık kompleksinden bir anda kurtuluveriyoruz. Hedefimizde tek şey var, büyük şeytan ABD’ye karşı topyekûn mücadele. Milli Nizam ve devamı Milli Selamet Partisi de bizi düşmanımız ABD’ye karşı besleyen bir kaynak mesabesinde.
O noktada İran İslâm Devrimi bize bitmez tükenmez bir enerji kaynağı oluyor. Milli Gazete’nin Yazı İşleri Müdürü Osman Tunç, İran’a giderek İran İslam Devrimi adı ile devrimi yücelten bir kitap yazıyor. Keza Ali Bulaç da İran’a gidip izlenimlerini anlatan bir kitap yayınlıyor. Mehmed Kerim müstear adıyla Düşünce Yayınları tarafından yayınlanan bu kitabın adı da İran İslâm Devrimi. Yanılmıyorsam Cengiz Çandar da İran İslâm Devrimi’ni öven bir kitap kaleme alıyor. Bunlar ilk anda hatırladıklarım. Bir de bugünün meşhur Beyaz hocası Zekeriya Beyaz’a devlet tarafından İran aleyhinde yazdırılan iki ciltlik kitap var. Ayetullah Humeyni ve Şiilik.
Zekeriya Beyaz, kitaba adını koymaktan çekinerek Mustafa Talip Güngörge takma adını tercih ediyor. Kitap, Türkiye çapında binlerce dağıtılacak ve yazarı da öldürülme korkusu ile uzunca bir süre ortalıktan kaybolacaktır. Bu sırada benim Cağaloğlu’ndaki reklam ajansım da devrim sonrası İran’ına gidecek olanların toplanma yeridir. Bir gece eşimle birlikte yüzlerce insan İran Konsolosluğu’nda kalıyor ve marşlar eşliğinde coşuyoruz.
Bizim için onların kazandığı zafer, bizim de zaferimizdir. Asla mezhebi bir taassup içinde değiliz, ama kendimizin de farkındayız. Bu arada Yılmaz Yalçıner’in hakkının yenilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Usta gazeteci Yalçıner, İran devrimini Türkiye’ye tanıtan haftalık bir derginin de naşiridir. Şûra. Bu dergi, düştüğü mevzileri bir anda yakan kuvvetli bir ateş parçasıdır. “Şeriatçı bir gazete olabilir mi?” kapağı ile yayın hayatına atılan Şûra çölde su arayanlara pınar suyu veren derin bir kuyudur sanki. Bugünün pek çok yüreği yanık insanı ilk defa bu kaynaktan beslenmiştir. Sonra İran’da adeta ikinci bir devrim olur. Üniversite öğrencileri ABD elçiliğini basarak, bu elçiliğin Ortadoğu’daki bir casusluk şebekesinin ana karargâhı olduğunu dünyaya gösterirler. Sonradan baskın sırasında kıyma makinelerinden geçirilen gizli belgeler ve bilgiler parça parça, kuyumcu titizliği ile birleştirilerek yayınlanacak ve CIA denilen bir cinayet şebekesi deşifre edilecektir. ABD İran’da ikinci defa yenilmiştir. Dünyanın baş belası bu ülke üçüncü yenilgisini de yine burada alacaktır. Elçilik baskınında tutuklanarak casuslukla suçlanan CIA ajanlarını kurtarmak için gizlice bir askeri operasyon yaparak Tahran’ın yakınlarına kadar sokulan ABD özel birliklerinin helikopterleri kum fırtınasına yakalanarak hezimete uğrarlar ve harekât iptal edilir. ABD dünya önünde tam anlamı ile rezil olmuştur.
Ayetullah Humeyni’nin bu ABD’nin helikopterlerinin bir kum fırtınası ile hezimete uğraması karşısında yayınladığı mesaj gönüllere inşirah vermiştir. Humeyni bu olayı darda kalan samimi Müslümanlara Allah’ın yardımı olarak açıklamaktadır. Tam bir teslimiyet ve Allah’a iman örneği. Sonraları Turgut Özal’ın başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı döneminde de İran’la ilişkilerimiz ABD’ye rağmen dostane bir çizgide devam etmiştir. Hatta Özal’ın devlet arşivlerinde varolan bir vasiyetinden de bahsedilmektedir “Bir gün sakın ola ki ABD’nin kışkırtması ile İran’la savaşmayınız. İran’la hep dost kalmalıyız. Menfaatlerimiz de bu yöndedir.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da hep bu çizgide berdevam olmuş, nükleer tesisleri yüzünden İsrail ve ABD’nin hedef tahtasına koyduğu İran’a daima koruyucu bir kalkan olarak taa Güney Amerika’dan Brezilya’yı da yanına alarak ABD ile ilişkilerini riske atmıştır. Bugün ise İran mezhebi bir taassupla Suriye’de Müslüman kanı akıtan bir yönetime destek olmakta ve onları korumak adına Türkiye’yi tehdit etmektedir. İran Genelkurmay Başkanı Hasan Firuzabadi’nin yaptığı düşmanca açıklamalar Türkiye’deki İran sempatisini yerlerde sürünür hale getirmiştir. Demek ki İran mezhebi taassupla orada akan Müslüman kanını yok saymaktadır. Ne hazin bir durum. Hani biz kardeştik? Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da Müslüman kanı akıtan ABD büyük şeytandı? Ya Suriye’de oluk oluk akan Müslüman kanına seyirci kalan İran?
Bu soruya cevap ararken yüreğim kanıyor.