Flash... Flash... Flash... Bir milletvekili kaçırıldı!
Tunceli kırsalında, yemyeşil dağların arasında uzun ince yılan gibi kıvrılan bir yolda otomobilleri ilerlerken, birden sivil giyimli ve uzun menzilli silahları kendilerine çevirmiş iki kişinin komutu ile durduruldular. İçlerinden reis edalı birisi otomobilden dışarı çıkmalarını söyledi. İndiler. İlk soru geldi:
- Sayın milletvekilim, Dersim’e hoş geldiniz. Partimiz, sizin son günlerde köy-mezra, dere-tepe çok dolaşıp yorulduğunuza ve Zerdüştün hakkı için bir süre dinlenmenize karar verdi. Sizin hizmetinize de biz görevlendirildik. Buyrun gidelim. Milletvekili, danışmanı ve kendisini takip eden televizyon muhabirine dönüp:
- Arkadaşlar, ben bir müddet dağ havası alacağım. Bizim çocuklar davet ediyorlar, şimdi gitmesem ayıp olur. Siz de bir kaç gün kafanıza göre takılın. Sonra ben kendim gelirim, kaybolacak değilim. Haydi sizlere uğurlar olsun.
Ardından iki silahlı militan ve sayın milletvekili ormanlık alana doğru yürüyüp gözden kayboldular. Milletvekilinin danışmanı ve televizyoncu Tunceli’ye gelirken birden ikisinin de gözlerinde şimşekler çaktı, aynı anda konuştular:
- Bak ne düşündüm?
- Yoksa aynı şeyi mi düşündük?
- Ne bileyim ben.
- Milletvekili kaçırıldı diye ortalığı velveleye versek ha, nasıl olur ama?
- Valla ben de aynısını düşünmüştüm.
- Haydi o zaman Tunceli Emniyet Müdürlüğü’ne!
Ve arabanın radyosuna uzandı, radyo kanallarını tararken birinde durdu. Yanık bir Diyarbakır türküsü kulaklarını doldurup, ruhlarına neşe vermişti. Yarım saat kadar sonra Tunceli’den yayılan haber Türkiye televizyonlarında bomba gibi patlamıştı:
- Bir milletvekili kaçırıldı, hükümet istifa!
Partinin genel başkanı muzaffer bir kumandan edası ile kanal kanal dolaşıyor ve uzatılan her mikrofona:
- Bu hükümet partimize karşı düşmanca bir tavır izindedir. Bu vahim olayın sorumlusu başbakan ve İçişleri Bakanı’dır ve derhal istifa etmeli, hatta Yüce Divan’da yargılanmalıdırlar.
Candaş, yandaş, paydaş ne kadar televizoyn, radyo ve gazete varsa hep birden koro halinde demokrasi havarisi kesilmişler ve ülkenin bir uçuruma doğru hızla gittiği konusunda ortak noktada buluşmuşlardı.
Gelelim “kaçırıldı” diye ortalığın toz-dumana katıldığı milletvekilinin durumuna. İki silahlı koruma eşliğinde uzunca bir yürüyüşten sonra bir dağ yamacında durup dinlendiler. Reis hükmünde olan konuştu:
- Sayın milletvekilim, yolumuz az kaldı, size şahane bir doğum günü programı hazırladık, birlikte kutlayacağız.
- Ben Mayıs ayında dünyaya geldim deyiverdi milletvekili.
Reis, gözünün içine bakarak:
- Sayın milletvekilim, birlikte örgütümüzün doğum gününü ve ilk şanlı saldırımızın 15. yıl dönümünü kutlayacağız.
Milletvekili tebessüm etti. Karşı dağın yamacında bir mağara girişinde durdular.
- İşte geldik dedi genç reis. Islık çaldı, birden etraflarında on kadar silahlı militan belirdi:
- Hoş gelmişseniz sayın milletvekilimiz. Sizinle tanışmak bizim için şereftir.
Sonra bir kaya parçasını oynattılar ve mağaranın girişi açıldı. Milletvekili içeri girdi ve etrafı süzdükten sonra;
- Burası genişmiş, dedi. Ben daha küçük bir mağarada iki yıl kaldım. Bakıyorum sizin herşeyiniz var. Bakın ha kıymetini bilin, bize kurşunu bile gıdım gıdım verirlerdi. Şimdi iyisiniz iyisiniz. Bakın şu roketatarlara ve mermilerine... Havan toplarınız bile var. Hatta dışarıda çalılıklar arasında doçka bile gördüm. Bizim zamanımızda nerdee?.. Önderlik sizi iyi besliyor.
- Sayın milletvekilimiz, yine de dağda hayat zor, ne olur sizin parti de uğraşsın da bir an önce çözüm bulunsun. Birer birer eksiliyoruz. Bir bizden bir onlardan. Bu işin sonu yok.
O sırada içlerinden birisi televizyonu açtı ve hep birden şaşırdılar:
- Terör örgütü milletvekili kaçırdı.
Milletvekili birden sinirlendi.
- Bu o televizyon muhabirinin işidir mutlaka. Ortalığı nasıl da karıştırmış.
Biraz sonra dışarıdan bir ses duyuldu:
- Yoldaşlar, kuzu çevirmesi hazır, sofrayı kurduk, buyrun.
Hep birlikte yer sofrasına kuruldular. Buz gibi kolalar da açılmıştı. Biraz sonra milletvekili konuştu:
- Bayağı acıkmışız, bu kuzu çevirmesi de canımıza değdi doğrusu. Çok yürüdük, yorulmuşuz.
- Sayın milletvekilimiz afiyet olsun. Ama bu misafir sofrası, biz her gün bunları yemiyoruz.
- Ne yiyorsunuz ki;
- Ne olacak bulgur, bulamaç, un çorbası filan. Bir de bunun yazı var, kışı var. Kış burada yaman geçer. Bazen arkadaşlarımızı aç kurtlar parçalar, bazen yardım katırları buraya çıkamaz, açlık kapımızı çalar. Bir an önce şehre insek. Ne olur siz de çabalayın.
Çaylar içilir, sohbet demlenir. Birazdan ayladır tatlı bir uykuya hasret kalan militanlar birer birer sızar kalırlar. Milletvekili onların haline acır:
- Belli ki aylardır doğru düzgün bir uyku tatmamışlar.
Sonra bir eline uzun namlulu silahı alır ve doçkanın başına geçer, eski dağ günlerini hayal eder. Bir yanda da şırıl şırıl masmavi ırmaklar dağların zirvelerinden aşağıya ovalara hasret yüklü duygular taşımaktadır. Milletvekili iki günün nasıl geçtiğini bir türlü anlayamaz. Sonunda:
- Arkadaşlar, sizinle sohbete doyum olmuyor valla. Böyle bir tatile çoktandır ihtiyacım varmış. Ama çoluk çocuğumu, eşimi özledim. Hadi bana eyvallah.
İçlerinden en yaşlı olanı milletvekiline sokulur, kulağına fısıldarcasına:
- Sayın milletvekilim, ben 7 yıldır bu dağlardayım. Ne eşimi, ne çocuklarımı ne de anamı-babamı görmüşem. Bak sen iki gün zor dayandın. Bizim sesimizi her yere ulaştır.
Milletvekilinin ardındadn umutsuz yürekler el sallamaktadır.
- Ne olur halimizi unutmayın!
Milletvekili, mutlu hayatına dönerken, televizyonlar ilk haber olarak, onun bırakıldığını müjdelemektedir. O Meclis’te bir kahraman olarak yürürken, danışmanı da katılacağı televizyon haberlerinin çetelesini tutmakla meşguldür.