İslâmcılık tartışmaları ve Ortadoğu
Ramazan Ayı boyunca medyada İslâmcılık kavramı üzerinde bir tartışma yapıldı; kavramın ilk kez ne zaman kullanıldığından tutun da ifade ettiği sosyo-politik yapısına, antiemperyalist ve ümmetçi karakterine kadar farklı perspektiflerden yapılmış yorumlardı bunlar.
Yapılan yorumlar, tartışmaya müdahil olanların nerede durduğunu göstermesi ve ertelenmiş bir iç muhasebenin gündeme alınması yönüyle faydalı oldu. Umarım bu tartışma bir müzakere şeklinde ve seviyesi düşürülmeden devam eder. Müslümanların geleceğini yakından ilgilendiren bir meseleyi hassas bir dönemde gündeme taşıdığı için de önemsenmeli. Nedenine gelince:
Arap Baharı sürecinin bir kazanımı olarak özgür seçimlerin yapıldığı ülkelerde İslâmcı denilen kesimler ya iktidara geldiler, ya da ülkelerinin geleceğini belirleyecek önemli mevkiler kazandılar. Başlayan bu süreçle hâlâ kanlı hesaplaşmaların yaşandığı coğrafyalarda da İslâmcılar en önemli muhalefet gücünü oluşturmaktalar.
Arap Baharı sürecinin alacağı şekil ve bunun Filistin meselesine olası etkileri, Batıyı ve İsraili derinden sarsmış bulunmaktadır. Tunusda iktidara gelen Nahda hareketi lideri Gannuşi ve yeni Mısır Cumhurbaşkanı Mursinin konuyla ilgili sözlerinin ışığında mesele değerlendirildiğinde Ortadoğuda İsrailin daha fazla yalnızlaşacağını ve İslâmî mukavemet Hamasın da güçlenceğini söyleyebiliriz.
Arap Baharı ile öne çıkan toplum ve liderlerinin ortak iradesi, Mescidi Aksayı özgürlüğüne kavuşturmaktır. Sina saldırıları bu ortak iradeyi parçalamayı hedefliyordu zaten. Bu iradenin kolay kolay parçalanamayacağını da Mursinin Mısır istihbarat başkanını ve en öndeki generalleri emekliye sevk etmesi açıkça göstermiştir. Ortadoğuda İslâmcıların belirli olacağı yepyeni bir süreç var bugün.
Dolayısıyla İslâmcılık üzerinden devam eden yorumlar Türkiyedeki değişim ve dönüşümün seyrini anlamlandırmaya faydalı olduğu kadar Ortadoğu ve genelde bütün Müslüman coğrafyadaki gelişmeleri anlamak için de iyi bir izlek sunmaya devam edebilir. Müslüman coğrafyanın en hakiki gücü kuşkusuz Müslümanlardır. Onların siyasi taleplerinin taşıyıcısı olan İslâmcıların vizyonları ve bu talepleri gerçekleştirmek için başvurdukları araç ve yöntemler anlaşılmadan Müslüman coğrafyanın geleceği de sağlıklı öngörülemez diye düşünüyorum.
Bu sebeple tartışmayı dışarıdan sessizce takip eden ama söyleyecekleri çok şeylerin olduğunu bildiğimiz Müslüman fikir adamlarının bu müzakereye katılmaları ve değerli görüşlerini esirgememeleri gerekmektedir.
Dikkatimizi özellikle çeken hususlardan birisi de, yapılan bu tartışmanın meseleye kendini içten konuşlandırıp bakanlarla dışta konuşlandırıp oryantalist yöntemler aracılığıyla bakanları ayrıştırmış olmasıdır. Bunların arasında dünkü İslâmcı iddialarından vazgeçmiş kimi eski İslâmcıların olması da şaşırtıcı olmasa gerek.
İçeriden bakanların ise; kimisinin öze değil ama İslâmcılık kavramının kendisine itirazı var. Kimisinin de hem öze hem de kavrama sahip çıktıklarını gördük. Bunların ihtilafı daha çok lafızda dersek meseleyi çok mu hafife almış oluruz acaba? Biz de lafzın kendisine değil de taşıdığı anlam bütünlüğüne yoğunlaşılmasının daha faydalı olacağına inanıyoruz.
İslâmcılığı tarihin belirli bir döneminde kimi Müslüman aydın ve alimlerinin dönemsel meydan okumalara karşı Osmanlı Devletini korumak üzere geliştirdikleri ideoloji olarak gören bakış açısı; onların içtihad yoluyla öne sürdükleri çözüm önerileriyle bu önerilerin dayandığı zamanı ve mekânı aşan nassları ve bu nassların değişmez muhtevasını aynı kefeye koymaları sebebiyle, ayrıca üzerinde durulmalıdır.
Gelecek yazıda kaldığımız yerden devam edeceğiz inşaallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.