Üstünüzdeki çamurları temizleyin
Hakkari AK Parti İl Başkanı Avukat Abdülmecit Tarhan PKKlı teröristler tarafından kaçırıldı. PKKnın elinde 50 civarında da daha önce kaçırılmış kaymakam, öğretmen ve değişik mesleklere mensup insan var. Bugüne kadar demokrasi ve barış havarisi kesilen rantçı, Hrantçı taifeden tık yok! Yandaş, candaş ve paydaş medyada çöreklenmiş olan bu işini iyi bilenler güruhu son Hakkari olayında da sessizliğine bürünüverdi. Gözleri bu olaya kör ve kulakları da sağır. Oysa dağa iki günlüğüne piknik yapmaya giden CHP Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün için ne timsah gözyaşları dökmüşlerdi. Nerde bu devlet, nerde hükümet, Erdoğan ve İçişleri Bakanı istifa nidaları Türkiyeyi inletmişti. CHP milletvekilleri Taksimde eyleme yatmış ve ortalık toz dumandan geçilmez olmuştu. Aygün nerede, biz orada! pankartları ile kahramanca(!) yürüyüşe geçen bu ucuz Don Kişotların yolu nedense Aygünü kaçıran PKKnın Meclisteki temsilcisi BDPnin il merkezine uzanıp, hiç olmazsa siyah bir çelenk bırakmayı, kağıt üstünde de olsa bu eşkıyalık tavrı kınamayı akıllarının ucundan bile geçirmemişlerdi. Zira niyetleri üzüm yemek değil, bağcıyı dövmekti. Ve CHP Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün de tam da CHPye yakışır bir tarzda tatili bitip dağdan indiğinde çok romantik sözler sarfedecek; Dağlar arasında, serin ırmakların şırıltısında iki gün geçirdim. Arkadaşlar bana Ağabey diye hitab ediyor ve hürmette kusur etmiyorlardı. Ayrılırken de Bizi unutma, burada kardeşleriniz var dediler diyecekti.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Alevi oyları kaybetme endişesi ile Aygünün arkasında duracak ve dolaylı olarak PKKya da zeytin dalı uzatacaktı. Bu olay CHP içinde 9.9 şiddetinde bir deprem yarattı ise de Kılıçdaroğlu, kol kırılır yen içinde tavrını tercih edecekti. Çok geçmeden dağdaki eşkıyadan ovaya bir iade-i ziyaret gerçekleşti. Bu defa dağdakiler CHP yerine onun siyasi kankası BDPyi buldular. Olsundu, misafir umduğuna değil, bulduğuna konuk olurdu. Öyle de oldu nitekim.
BDPli kadın vekiller de bir anne şefkati ile dağdan inenleri kucakladılar. Bütün hesap dağdakilerin eşkıyalık tavrını hak arama mücadelesine dönüştürüp suç olmaktan çıkarmaktı. Aygün olayı ile ikinci kucaklaşma birleşince ortaya çok masum bir örgüt ve onun masum eylemleri çıkıyordu. O zaman ne yapmalıydı, silahlar susmalı idi. Bab-ı Alideki kalpazanlar orkestrası PKKnın borazanı olmaya devam edecek ve aynı masum besteyi seslendirecek:
Analar ağlamasın, iki tarafın çocukları da bizim, iki tarafın ağlayan anaları da. Devlet operasyonları durdursun.
Bu hengamede bu hainler grubu şu soruyu hiç sormuyor:
Yahu, Hakkari İl Başkanından ne istiyorsunuz? İlinize yörenize iş ve aş getirecek iş makinalarını neden yakıyorsunuz? Ormanlarımızı neden ateşe veriyorsunuz? Büyük şehirlerde vatandaşın otomobilini, belediye otobüsünü, benzin istasyonlarını neden yakıyorsunuz? İkide birde eli yüzü maskeli eşkıyalarınızı sokağa salıp, esnafın camını çerçevesini indirmek Kürt halkına nasıl bir hizmettir ve sonunda kimler bu talandan kârlı çıkar?
Bu sorularımızın muhatabı sadece yabancı ülkelerin ve onların gizli servislerinin oyuncağı olan PKK ve onun Meclisteki uzantısı BDP değil, medyamızda kum gibi kaynayan, iki yüzlü, riyakar gazeteci ve televizyoncu kimlikli hainler sınıfınadır.
Bir gün o PKK bu ülkede Allah korusun! egemen olsa ilk yapacakları şey, Bugün kendi ülkesine ihanet eden yarın bana eder deyip ipinizi çekmektir.
AK Partiyi ve hükümeti desteklemek ve sevmek zorunda değilsiniz. Ama onlara muhalefet yapacağız, onları yıkacağız derken bindiğiniz dalı kesmeyin!
Yanılmıyorsam Osman Yüksel Serdengeçtiye ait çok sevdiğim bir söz var:
- Bugün evlatlarınızın ayağına batan dikenler ya dün sizin ektikleriniz ya da dün temizlemeyi ihmal ettiğiniz dikenlerdir.
Başbakan Erdoğan, hep medyayı suçlu gösteriyor diye hayıflanacağınıza, üstünüzdeki çamurları temizleyin.