Cevdet Paşa'dan terör dersi
Türkiye hem içerde hem de dışarıda tehlikeli bir açmaza doğru sürüklenme riski ile karşı karşıya. Belli ki hükümet PKK üzerinden içerde iyice zora sokulmaya çalışılıyor. Diğer taraftan, Suriye konusunda izlenen stratejinin hem içerde hem de bölgedeki muhtemel etkilerinin öngörülemediğine dair bir izlenim edinmek mümkün. En büyük açmaz, Türkiye'nin reel gücü ile potansiyeli arasında gerçekçi bir bağın kurulamamış olması. Medya başta olmak üzere, 'bölgesel güç' olma hevesiyle, Türkiye'nin yükselen imajının ne kadarının gerçek ne kadarının medyatik bir imgelemden ibaret olduğu konusunda sağlıklı bir politika izlenemediği aşikar. Amerikan ve Avrupa basını dahil olmak üzere Türkiye'ye Arap Baharı sürecinde yüklenen misyon ve imajın bu yanılsamada önemli rolü olduğunu düşünüyorum.
Özellikle Suriye konusunda iktidarı, Batılı müttefiklerinin yanılttığı, yalnız bıraktığı hususu göz ardı edilerek bugünü değerlendirmek de yanıltıcı olabilir. Bu durum tek başına dış etkiye bağlanamaz kuşkusuz. İktidar gücünün getirdiği zaaflarla beraber ortaya çıkan güç yanılsamasının da payı büyük... İktidarı mezhepçilikle suçlamayan muhalefetin adeta karşı-mezhepçilik içeren söylemi bir yana Türkiye, bu sürecin muhtemel sonuçları üzerinde daha farklı bir tavır takınabilirdi.
Krizin analizinden öte, gelinen noktada hem içerdeki gelişmeler hem de Suriye'deki gelişmeler nedeniyle ortaya çıkan tehditler karşısında sadece hükümette değil hemen her kesimde bir tedirginlik duygusu hakim. Sanki memleketi yönetenler, kanaat serdedenler, gelişmeler üzerindeki kontrolü kaybetmişlik izlenimi uyandıran söyleme sarılmış görünüyor.
PKK'nın ülkenin sinir uçlarıyla oynayarak, sadece devletin değil halkın da sağduyusunu, itidalini kaybetmesini isteyen bir strateji izliyor. Sorun, hükümetin yanlışlarına dayanan, korku ve dehşet dengesine yatırım yapan örgütlü bir kampanyaya dönüşme istidadı gösteriyor.
Muhalefet, tam bu noktada bu kaostan ne çıkarabilirim anlayışı ile hükümeti değil, ülkeyi köşeye sıkıştıracak bir dil kullanıyor. Hükümette ise, kendine olan özgüvenini kaybedenlere özgü bir meydan okuma dili her geçen gün öne çıkıyor. İzlenen politikalarda, 'nerede yanlış yaptık' sorusunun sorulmadığı, karşı tarafın haksızlığına dayalı bir söylem ağır basıyor.
Bu durumda en büyük risk, özgüvenin kaybolmasıdır. Kendi gücünü olduğundan fazla büyük görüp gerçeklerle ilişkinin koparılması nasıl büyük felaketlere yol açarsa, özgüvenini kaybedip, aklıselimi terk etmek de o kadar büyük felaketlere davetiye çıkarabilir.
Bir yanda medyatör kışkırtıcılıkla gerçeklikten kopma tehlikesi, mezhep kışkırtıcılığına tarihi derinlik yükleme eğilimleri, diğer tarafta 'ulusalcı ikiyüzlülüğün' sözüm ona bağımsızlık, 'ne işimiz var Ortadoğu'da' türünden karşı mezhepçiliğe uzanan dili arasında sıkışıyor toplumun zihni. Türkiye'yi yönetenlerin bu ülkenin birikimine, dengeler kuran derin sezgisine yaslanıp yeni bir dil geliştirmesi gerekir.
Türkiye'ye yeni bir vizyon çizmek adına sık sık atıf yapılan Safavi-Osmanlı çekişmesini tarihi tecrübe olarak sunan anakronik yaklaşımlar, ülkeyi, hem içerde hem bölgede tuzağa çeken Amerika'ya daha çok yaklaştırır. Her geçen gün Kürtlük adına içerde, mezhep eksenli olarak bölgede daha çok kan döküldüğü bir ortamda tüm bunların üstesinden gelecek tecrübenin, CIA başkanından alınacak stratejik tavsiyelerden daha anlamlı olduğunu bilelim.
Söz tarihten açılmışken, adeta dengemizi, aklıselimimizi zorlayan tarihsel göndermelerden reçete beklenilen ortamda Cevdet Paşa örneğini burada hatırlatmanın çok yerinde olduğunu düşünüyorum. Osmanlının son dönem yaşadığı tecrübe, bilge bir devlet adamının tavırları bugün için de çok anlamlı olacaktır. Daha çok Mecelle ile tanına Cevdet Paşa Bosna-Hersek'e Dersaadet'ten müfettiş olarak gönderilir ve yaklaşık bir yıl kadar burada denetleme ve düzenlemelerde bulunur. Dağılma sürecinde bile olsa özgüven sahibi bir imparatorluğun sorunlara nasıl yaklaştığının, bilgeliğin, devlet adamlığının ne idüğüne dair yazdığı tezkirelerde öğretici notlar vardır. Gayrimüslim bir çete reisinin de içinde bulunduğu Mostar şehrinin ileri gelenleriyle bir toplantı düzenler. Devletin ele geçiremediği ama Halife'nin temsilcisinin toplantı çağrısına uyup gelen bu şahsın orada kıskıvrak yakalanmasını isteyen Müslüman yöneticiye karşı verdiği cevap çarpıcıdır: 'Bunlar kendi ayağı ile hükümete gelip dahalet ettiler. Bu makuleleri tevkif etmek kaide-i hikmet ü hükümete uymaz' (Tezakir, TTK Yayınları, s.21-39).
Son günlerdeki telaşa, adeta bir şeylerin kontrolden çıktığı psikolojisinin yayılmasına karşılık ve MİT krizinden bu yana yaşanan gelişmelerde gelinen noktaya bakıp, Cevdet Paşa'nın özgüveninden ders almak gerekmez mi? Devlet aklı dediğimiz o birikim, coğrafya ve kültürle harmanlanıp bugüne tevarüs etmiyorsa parçalayıcı, yıkıcı bir mekanizmaya dönüşebilir. Ne terör, ne de bölge giderek büyüyen kriz, güç yanılsamasıyla değil, tarihsel tecrübenin damıtılmasıyla çözülebilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.