Diktatörün mezhebi
Suriyeye dışarıdan askerî müdahaleye karşı çıkabilirsiniz. Suriyeye dış müdahale sonucunda bugünkünden bile daha kanlı bir manzaranın ortaya çıkabileceğini söyleyebilirsiniz. Hatta Türkiyenin Suriye politikasını komşu bir ülkenin iç işlerine müdahale sayıp sert bir dille eleştirebilirsiniz de!... Fakat bunları aşıp Beşar Esadı savunmaya başlarsanız, bunu bir de demokrasi, halkların kendi kendini yönetme hakkı, insan hakları vs. gibi kelimeler ile süsleyerek yaparsanız insanlar ya aklınızdan şüphe eder ya da samimiyetinizden.
Beşar Esad 40 yılını aşan bir diktatörlüğün son temsilcisidir. 40 yıldır Suriyede insanlar öldürülmektedir, hakarete uğramaktadır, yok sayılmaktadır. Esad ailesi ve işbirlikçileri yanı başımızda her türlü katliamı yapmış, Suriyenin tüm kaynaklarını aralarında paylaşmışlardır. Dahası Esad ailesi Türkiyede ne kadar terör örgütü varsa hemen hepsini de desteklemiştir. Kısacası Esad ve çevresi mezhebinden, ya da ırkından dolayı değil eli kanlı bir diktatör olduğu için kötüdür.
Duygusal bağ
Bu durumda bazı sendikalar, dernekler ve hatta Meclisteki bazı siyasiler Esadı ne yüzle, hangi akılla savunabilmektedirler?
Belli ki burada akılla değil, duygularla izah edilebilecek bir durum vardır. Esad ailesi Nusayri mezhebindendir ve Türkiyede de hatırı sayılır miktarda Nusayri vatandaşımız bulunmaktadır. Daha önemlisi Suriye Aleviliğinin Türkiye Aleviliğini andırır bazı yönleri de vardır. Farklı geleneklerden gelseler ve ibadet vs. gibi uygulamalarında ciddi farklar olsa da isim ve diğer benzerlikler zaman zaman duygudaşlıklar oluşturabilmektedir. Bundan çok daha önemlisi ise bilinçli ve programlı bir şekilde, adeta görünmez bir elin Alevi vatandaşlarımızı, başta Suriye meselesi olmak üzere çeşitli konularda mezhepçi bir boyuta çekmeye çabasıdır.
Türkiyeyi mezhepçi çatışmalara çekme girişimleri yeni de değil. Bir süredir Sünni aydınları Alevi düşmanı göstermeye çalışan bilinçli kışkırtmalara şahit oluyoruz. Aynı şekilde Hükümeti tıpkı Suudi Arabistan gibi Sünni mezhepçi gösterme çabaları da yoğunlaştı. Bu çabaların görünür nedeni Türkiyeyi Arap Baharında geri plana çekebilmek ve Suriyede etkisizleştirmek. Bunu isteyen Şii mezhepçilerin hesaplarını tahmin etmek çok zor değil. Ancak bir de Şii ve Sünnilerin mezhepçilik üzerinden çarpışmasını isteyen, Türkiyede ise Türk-Kürt etnik gerilimine Sünni-Alevi kutuplaşmasını ekleyerek Türkleri zayıflatmada fayda uman aklı da eklemek gerekiyor. Bu ikinci grupta yer alanların bırakın Şiici olmayı, Müslüman olduklarını dahi sanmıyorum.
Türkiye mezhepçi mi?
Son dönemde ısrarla Türkiyenin Sünnici bir dış politika izlediği tezi işleniyor. Acaba Türkiye son 10 yıldır Sünnici bir dış politika mı izliyor? Bırakınız son 10 yılı, ben Osmanlı döneminde dahi Türklerin İranınki gibi mezhepçi bir dış politika izlediklerini düşünmüyorum. Bugün Türkiye Esada Alevi olduğu için değil, katliam yaptığı için ve PKKya destek verdiği için karşıdır. Aynı şekilde geçmişte de Türkler Saddam Hüseyine Sünni olmasına rağmen Esaddan bir farkı olmaması nedeniyle karşıydılar.
Türkiye Kaddafiye mezhebinden dolayı mı karşı çıktı? Veya Türkiye Mısırda Hüsnü Mübarekin gitmesini mezhebinden dolayı mı istedi?
Türkiye bu bölgede kendisini mezhepçilikten ve dincilikten kurtarmış belki de tek ülke. İran, İsrail ve Suudi Arabistan gibi ne dinci, ne de mezhepçi bir dış politika izliyor. Belki de bu nedenle sürekli olarak dincilik ve mezhepçilik girdabına çekilmek isteniyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.