''Huzur Sokağı'' ATV'de başladı
ATV’de yeni bir dizi başladı, Huzur Sokağı. Şule Yüksel Şenler’in aynı adla yayınlanan romanı bugüne adapte edilerek çekilmiş. Gördüğüm kadarı ile kast seçimi oldukça başarılı. Bilhassa romanın kahramanı Bilal rolü için seçilen şarkıcı Kutsi rolüne tam oturmuş.
Daha önce “Birleşen Yollar” adı ile Huzur Sokağı’nı sinemaya aktaran Yeşilçam’ın derviş yönetmenlerinden Yücel Çakmaklı, aynı rol için İzzet Günay’ı tercih etmiş, o da çok tutulmuştu. Doğrusu Kutsi de bu anlamda isabetli bir seçim olmuş. Daha önce romanın kadın kahramanı olan Feyza’yı canlandıran Türkan Şoray da, Şule Yüksel Şenler gibi İslâmi camianın önde gelen bir yazarının kutup yıldızı romanının sinemaya çekilişinde oynamakla puan kaybedeceği söylenmişse de Şoray hafızalara unutulmaz bir Feyza olarak kazınmıştı. Bugünde aynı rolü üstlenen Selin Demiratar da oldukça başarılı bir Feyza karakteri çiziyor. Burada bir hatıramı nakletmek isterim. Geçtiğimiz yıllarda Minyeli Abdullah romanının yazarı Hekimoğlu İsmail’le Ramazan sayfası için bir söyleşi yapmıştım. Nereden bilebilirdim bu söyleşi sonunda yazar tarafından idam fermanımın imzalanacağını.
Söyleşiye yazdığım “Girizgah” başlıklı yazıda 1970’li yıllarda iki romanın Müslüman gençliğe yol açıcı önemli bir görev üstlendiğini söylüyor ve bu romanları ve yazarlarını anıyordum; biri Hekimoğlui İsmail’in Minyeli Abdullah’ı, diğeri ise Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı romanı idi. Bu sözüm, girizgahtaki bir başka tesbitle birleşmiş ve yazarın tam anlamı ile hışmına uğramıştım. Gazeteye gönderilen açıklama hakaret doluydu. Bunlardan biri de neden Şule Yüksel Şenler’le yazarın adı aynı yazıda geçmişti. Şule Yüksel Şenler aynı kulvarda, aynı çizgide olmakla iftihar edilecek biriydi.
Bugüne kadar verilen o hakarete varan şiddetli tepkiyi anlamış değilim. O gün bu camiaya yaptığı hizmetlerini gözümün önüne getirdiğim Hekimoğlu İsmail’e hakkımı helal ettim. Bugün Şule Yüksel Şenler’in ATV için dizi olarak çekilen “Huzur Sokağı” romanı vesilesi ile o günler ister istemez heybesinden çıkıp, kucağıma oturuverdi. Bugün beni üzen tek şey var, o da o iki romanın yazıldığı günden bugüne kadar geçen 40 yıl içinde roman alanında bir arpa boyu yol almamışız. Hâlâ elimizde Minyeli Abdullah ve Huzur Sokağımız var, yani bir kaç zayıf örneğin dışında bizim topraklarımızda romancı yetişmemiş. Oysa romanı yazılacak o kadar konumuz var ki...
Hepsi de boynu bükük, kendilerini yeşertecek, hayatiyet kazandıracak romancısını beklemekteler. Bana sakın suyun öbür yanında bilhassa beden aşağı şeyler yazarak, malum medya tarafından köpürtülen, çokça adı anılan yazarları söylemeyin lütfen. Bize kumaşı ve üstündeki desenleri bizden olan yazarlar lazım. Onları yetiştirmek boynumuzun borcudur. Siyasetteki yükselmeyi sanatla, edebiyatla, kültürle tamamlayamazsak bir sabun köpüğü gibi söner gideriz.
Bu bereketli topraklar üzerinde insanlarımızdaki fıtrî kabiliyetleri keşfetmeyi, beslemeyi, büyütmeyi ve değişik renk, koku olarak insanların hizmetine sunmayı asli bir görev bilmeliyiz. Siyaset ağacını bunlarla sulamazsak o ağacın kısa sürede kuruduğunu üzülerek göreceğiz. Bu da tabiatın şaşmaz kanunlarından; besle beni, besleyeyim seni. Siyaset, köklerini sulayacak adamlar arıyor.