Müslümanın özgüven sorunu
Doğrudur, İslâm dünyası büyük krizlerle karşı karşıya. Ama ilk kez büyük krizlerle karşı karşıya kalmadığı da kesin. Daha önce de büyük musîbetlere dûçar oldu; Moğol istilasını yaşadı, Haçlı Seferlerinin cenderesinden geçti. Ama her seferinde daha güçlü ayağa kalkmasını bildi.
Moğol ve Haçlı saldırılarından çok önce de varlığını tehdit eden meydan okumalara maruz kalmıştı. Hem de askerî gücünün zirvesinde olduğu erken dönemlerde. Yeni fethedilen Mısır, İran, Rum ve kısmî olarak Hind kültür havzalarında bu kadim medeniyetlerin dünya görüşlerinden neşet eden bilgi sistemlerinden yönelen esaslı bir meydan okumaydı bu.
Fethedilen bu yeni coğrafya insanları Arapların aksine ümmi değillerdi; ya kitap ehli, ya da pagan ama güçlü felsefik sistemlere sahiplerdi. Askerî olarak yenilmişlerdi ama varoluşa dair ontolojik söylemleri, felsefik sistemleri canlı ve ayartıcıydı.
Vahiy yeni tamamlandığından, hadislerin bile tam olarak toplatılmadığı, iç kargaşaların baş gösterdiği bir dönemde Müslümanlar henüz bilgi sistemlerini kurmamışlardı.
İntikam almak, kaybedilen ihtişamlı günlere tekrar geri dönmek üzere fırsat bekleyen kadim medeniyet havzalarının beyinleri bu durumu Müslümanların yumuşak karnı bellemişlerdi. Bu yüzden kimi yerde alenen kimi yerde Batinî fırkaların şemsiyesi altına gizlenerek İslâma yönelik varlık ve bilgi nazariyesi temelinde meydan okumalara giriştiler.
İslâm öğretilerinde çelişkili ve tutarsız alanlar oluşturmak için hadis uydurma hareketinde çok tehlikeli görevler ifa ettiler. İslâm içi sapık yeni fırkaların türemesinin ya önünü açtılar ya bizzat kendileri inşa ettiler. Abdullah bin Sebe ve Sebeiyye fırkası bir misal olarak akla gelebilir.
Bu sofistike meydan okumalar karşısında Müslümanlar önce tereddütler yaşadılar. Onların kullandığı felsefik yöntemlerin, mantık kurallarının ilhada yol açtığını düşündüler, felsefe ve kelamla uğraşmaya yanaşmadılar, uzak durdular ve hatta yasakladılar.
Bunun çözüm olmadığı zamanla anlaşılınca İslâm kelam sistematiğini ve dolayısıyla İslâm bilgi sistemini kurdular. Böylece yıkıcı felsefik meydan okumalar İslâm bilgi sistemi duvarına çarparak durmak zorunda kaldı.
Erken dönemde Müslümanların mahiyetini bilmedikleri dinî ve la dinî felsefik meydan okumalara karşı durabilmelerinin en önemli sebebi; sahip oldukları dinin hakikatine dair en ufak bir kuşku duymuyor olmalarıydı.
Erken dönemlerde olduğu gibi daha sonra da karşılarına çıkan büyük meydan okumalara yine özgüvenlerinin sağladığı imkânlarla karşı durabildiler.
Moğollar İslâm dünyasını yerle bir edince bunun sebepleri üzerine yoğun düşündüler, tartışıp çözüm önerileri getirmeye çalıştılar. Bunu yaparken dine olan güvenlerinde bir sarsılma olmadı. İnanç, ahlâk ve ibâdet sistemlerinin hak olduğunda şüpheye düşmediler; bu özgüven onları yok etmeye gelen Moğolların İslâmı seçmesine sebep oldu. Askerî üstünlüklerine rağmen varoloşu anlamlandıran güçlü ve tutarlı bir bilgi sistemine sahip olmadıklarından Müslüman bilgi sistemine yenik düştüler ve hidayet buldular.
Aynı şekilde Haçlılar, barbar dedikleri Müslümanların şehirlerini görünce karşılaştıkları son derece organizeli hayat ve estetiği yüksek mimari karşısında şaşırıp kaldılar. İleride Batıda ortaya çıkacak rönesans ve aydınlanmayı tetikleyecek ve besleyecek güçlü bir damar keşfettiler.
Haçlıların yakıp yıkmalarına, Kudüsü 90 sene işgal altında tuttuklarına rağmen Müslümanlar kendilerinin hak üzere olduklarından kuşkuya düşmediler. Bu özgüven daha önceleri olduğu gibi yeniden ayağa kalkmalarının imkânlarını onlara bahşetti.
Bugünkü büyük sıkıntının kaynağı; Müslümanların, modern ve postmodern dünyanın gücü kendinden menkul söylemleri karşısında özür dileyici psikolojilerinde. Nassları hep bu söylem karşısında eğip bükmeye çalışan kompleksli duruşlarında.
Maalesef birçok Müslüman epistemolojik özgüven sorunu yaşıyor. Sahip olduğu en büyük imkânı olan değerler sisteminden tam emin değil. Bu yüzden de o dünyaya ait söylemlerin sentezinden medet umuyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.