Baharını kaybeden umutlar
Bir Emanet yüklenmiştik. Yolumuza küfrün kalesi de çıksa yürüyecek, Ahdimize ihanet etmeyecektik. Kahpe zalimler yolumuzu kesse de yoldan sapmayacak, elemlerde bile mutluluku haykıracaktık. Engellere bir omuz atıp devirecek, her ocakta ilahi duman tüttürecek, şühedanın yolundan durmadan ilerleyecektik. Tevhid sancağını burçların en yükseğine dikecek, Hududullahı aşanları durduracak, Hükmullahı hakim kılacaktık. Yeni bir Saâdet Asrının zeminini döşeyecektik özümüze dönerek, sözümüzü özümüzle birleştirip İlâhî İradenin yasalarına iktidar hazırlayacaktık.
Ama nasılız, ne yapıyoruz şimdi?
Şafaklarda tevhid sancağı dalgalanmıyor. Mücahade için tek bir ocak tütmüyor. Kazanımlarımız bir bir kayboluşta eriyor. Hakkın yolcuları Hakktan kaçıyor, hürriyet savaşçıları zelil bir hayatı yaşıyor. Başsız kaldık. İmanımızı da kaybetmek üzereyiz. Yükseklerdeydi gözümüz, alçaklara doğru koşar olmuşuz. Mabedlerimiz kirletildi, inancı haykıranlar susturuldu. Nasırlaşan kalplerimizde bir damla ulvî yaş akmıyor!
Dram; hepimizin dramı. Baharı gelmeyen umutların peşinde sürüklenen yüreklerin, bağlar boyu giderken, birden bire çölleşen zeminlere düşüvererek, hasret ve hüsranda boğulmakla yüz yüze gelişini düşünün. Izdırabını gözyaşı gölleriyle yıkamaktan başka çaresi olmayan gariblerin, gül sapında diken koklamakta bile umut aradıklarına şahid olun. Çorak topraklara can verecek coşkun sellerin, kör vadide batan ince bir su haline getirilişini ibretle izleyin. Sonra kendinize bakın bîtaraf olarak ve itiraf edin halinizi. Bu dayanılmaz dram yüreklerinizin tâ içine hükmetmiyor mu sizce?
Tarih defterine şöyle bir baktığımızda, bugün kölesi olduklarımızın, bir zamanlar uşakımız olduğunu göreceğiz. Putlarla donatılmış Küfristanda başınıza efendi olan lânetli kulların tuğyan dalgaları karşısındaki susuşumuzun, gözyaşlarımızı bile kirlettiğini ve kirli gözyaşımızda bir katre olup akmakla pâklanamayacağımızı anlayacağız. Ancak, çöküşte solan özlemlerimize lâzım olan ışığı doğru yerde, fıtrî gönülde ararsak, çile dağlarını aştığımıza, kurak çöllerde bile bahara ulaştığımıza şahit olacağız.
Tevhide doğru yol alırken şirkin surlarına taş koymak da ne oluyor? Aydınlık yarınları ararken ışık yollarını zindana boğmaya kalkışmanın anlamı ne? Putlara karşı bir söylemin putlara uşaklıka götüren bir eyleme dönüşmesinin nasıl bir izahı olabilir? Kevsere koşan yüreklerin cepheyi terkederek gönüllerindeki yangını kirli sularda serinletmeye çalışmasının, yoldaki ayrılışların vahametini göstermesinden başka bir anlamı olabilir mi? Gafletteki hazarın dipdiri bir sefere dönüşmesi için, illâ da şühedanın ruhlarının mezarlarından fışkırması mı gerekecek?
Gününü kaybedenlerin mehtabı da söndüğünde, buhar buhar gözyaşları bakışların önüne bir sis perdesi ördüğünde, çölde vaha arayanlar bağların ortasında çöle düştüklerinde, baharı bekleyenler hazanla yüz yüze geldiklerinde, yaralarla sırdaş olanlar acılarla da yoldaş olduğunda; işte o zaman umut çağlayanları kurumuş, silahların gözyaşları paslanmış, yas tutan gönüller yaşayan ölüler haline gelmiş ve kara bahtların nura hasreti umutlarını tamamen yitirmiş olur.
Dikenleri ayıklamak için geldiğimiz bahçelerde, gül sapında diken koklamaya koyulduk. Putları ve putlaşanları temizlemek için çıktığımız yolda putlara methiyeler düzmeye başladık. İblise karşı meydan savaşı verecektik, İblisin dostlarına uşaklık etmeye başladık. İdeallerimiz vardı bize ruh veren, ruhumuzu satınca ideallerimizin de karşısında bulduk kendimizi. Fıtratın hakimiyeti için mücadele edecektik, zıtlar geçidinde zemin tutmanın telaşına kapıldık. Ummanları aşacak gücümüz varken, terkettiğimiz değerlerden ötürü bir katrecik suda boğulduk kaldık. Hasadı beklemenin heyecanını taşırken, yeşermiş başakları ekmeden yolduk. Kimliğimizi takındığımız hallerde güneşe karşı bile diriyken, kimliğimizi terkettiğimizden itibaren mehtaba karşı solduk. Kurtlara karşı sefere çıkmıştık, aç kurtla diz dize oturduk. Özgürlüğe mekân hazırlayacaktık, tabansız geceyle el ele tutuşarak bütün yurdu kafese koyduk. Düşmanlarımızı baş tacı edindik, dostlarımızın karşısına geçtik.
Zindanlaşmış beyinlerimizde, zindanlara mahkûm edilen kardeşlerimizin hallerini idrak edemedik; hissiz kalmış yüreklerimizin bir köşesinde olsun gönül bağına zemin açamadık. Hayatın içinde hayata karşı durduk; dönüşe uzanan adımlarla gitmeye, inişe atılan adımlarla çıkmaya çalıştık. Seher vakti karanlıklara sarıldık; çöllerimizi ateş bastı, sularımız susuz kaldı, söndürdüğümüz ocakımızın külleri bile dağıldı; yarınlardan umutsuzduk, dünlerimizi de kaybettik.
Hepsinden de önemlisi, Allah dediğimizde yüreklerimiz titriyordu ya, artık Allah demekten utanır olduk!
Ancak yine de içimden bir ses diyor ki:
Üzülme dostum sen zincirlerine, / Birgün çözüveren bulunur elbet. / Zindan dem katacak ecirlerine, / Güneşin fatihi olunur elbet.
Önde olmalısın, güçlen arkadan, / Bu yolda dostun olur Yaradan, / Damarından akan bir taze fidan, / Şöyle yol boyunda salınır elbet.
Küfrün putlarını kıracak kadar, / Hedefi beyninden vuracak kadar, / Tağutlara hesap soracak kadar, / Erişmiş başaklar yolunur elbet.
Yeter ki doğru bir yol (Sünnet), doğru bir rehber (Kuran) edinelim! Kaybetsek de umutlarımızı, bütün baharlar hakikat yolcularının olacaktır inancındayım, her şeye rağmen!...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.