Âlimin vazgeçilemezliği
“İslâmî hareketler âlim yetiştiremiyor” başlıklı son yazımıza çok müsbet tepkiler geldi. Eleştirenler de oldu, cemaat müdafaası yapanlar da. Bana uzun uzun Nur cemaatlerinin neden âlim yetiştiremediğinin izahı bile yapıldı. Ama sonuç olarak onlar da İslâmî hareketlerin âlim yetiştiremediği hususunda benimle hemfikirdi.
Bilinen can yakıcı bir mevzuya dikkat çekmek bize haz vermiyor. Sadece endişemizi paylaştık, belki bu meselemizin üzerinde dururuz diye.
Bazı okurlar da, cemaatlerin içinde yetişmiş dâvet ve aksiyon adamlarını işaretleyerek, “Bunları cemaatler yetiştirmedi mi?” diye itirazlarını yükselttiler. Burada da “âlim”den ne anladığımız farklılaşıyor galiba. Biz, “âlim” kavramını İslâmî literatürdeki mânasıyla kullandık.
Bizim ‘âlim’den anladığımız; Kur’an ve Sünnet’te dağınık olarak vazedilmiş hükümleri üzerinde ittifak edilmiş bir usûl çerçevesinde incelemeyi ve soyut olan İslâmî öğretileri bir bütünlük içerisinde canlı hayata yerinde ve zamanında aktarmayı gösterme kaabiliyetine sahip kişidir. Bir diğer ifade ile, şer’î hükümleri delillerinden çıkarma ilmine sahip kimse.
Yani, nasslara içkin mânayı ve bu mânanın delalet ettiği illeti tesbit edecek, sonra da aynı illeti taşıyan yeni hâdiselere uygulayacak becerideki kişi. Bunun ilk şartı da iyi düzeyde Arapça bilmektir. Bu mânada İslâmî hareketlerin pek âlim yetiştiremediği bir sır değil.
Maksadımız İslâmî hareketleri karalamak değildi, olamaz da. Maksat, İslâmî hareketlerin menzile doğru sıhhatli adımlarla yürürken bu vetirede hayatî vazifeler icra edecek ehil kadroların yetiştirilmesi gerektiğini, İslâm’ın hayata aktarılmasını evvelemirde dert edinmiş hareketlere hatırlatmaktı.
O yazıda; “İslâm âlimsiz olamayacağına, İslâmî mücadeleyi de İslâmî hareketler üstlendiğine göre, harekete öncülük edecek ulemâyı yetiştirmek öncelikli görev değil midir?” demiştik.
Bugün, ictimaî hayat hızla değişiyor. Değişenler karşısında dindarlığımızı nasıl korumamız gerektiği hususunda birçok kişinin kafası karışık. Bir taraftan da dînî hükümlerin içini boşaltma gayretleri var; birbirine taban tabana zıt “Gerçek Kur’an!”a, “Gerçek İslâm!”a çağrılar yapılıyor. Yorum deyip geçemezsiniz; en temel meselelerde birinin ak dediğine diğeri kara diyor, iki yakası bir araya getirilemeyecek cinsten İslâm adına yapılan yorumlardan bahsediyorum.
Ortada usûl falan yok. Kimisi “sahih hadis”e çağırıyor meselâ, ama hazretin hangi objektif kriterlere dayanarak bir rivâyete sahih bir diğerine de zayıf ve mevzu dediğini öğrenme şansımız yok. “Akla aykırı” gibi son derece subjektif argümanlara sığınıyorlar. Subjektif diyorum, çünkü üzerinde ittifak edilen tek “akıl” yok.
Dinini ciddiye alan Müslümanları kim aydınlatacak? Allah’ın (c.c) rızasının çağdaş dünyada neye tekâbül ettiğini kim gösterecek?
Keyfiyet ve kemiyette yaşanan hızlı değişimi anlamak ve yönlendirmek, değişkenlere sabiteler perspektifinden yön vermek başlı başına bir mesele zaten. Buna, dinin içini boşaltma gayretlerini de eklerseniz durumun vahameti anlaşılır. Postmodern bâtıl tevillerle mücadele etmenin zarureti ilim ehli kadrolara ekmek su gibi muhtaç olduğumuzu gösterir.
Not: Son yazımıza binâen uzun izahlar gönderen, meseleye dair yapmış olduğu kitap hacmindeki çalışmalarını bizimle paylaşan okurlara teşekkür ediyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.