Âlimin sekülerizme intibakı
İslâmî hayat tarih boyunca ulemânın rehberliğinde yaşanagelmiştir. Genel anlamda sivil kalmayı tercih eden ulemâ halkla iç içe olmanın avantajlarıyla onlara güven vermiş ve tabii liderler olarak toplumu Müslüman hayatına taalluk eden her konuda aydınlatmıştır.
O derece ki, Müslüman tasavvurunda ve tarih tecrübesinde halksız bir İslâm’ın, ulemâsız bir halkın yeri yoktur. Din ancak onların kılavuzluğunda hayata aktarılabilir.
Bizde ulemâ ve toplum, ulemâ ve İslâmî hayat ilişkisi iç içe olmasına rağmen modernleşmeyle beraber suyu tersine akıtmaya çalıştılar. Batılılaşma serüvenimizin en katı pratiklerinin sergilendiği dönemlerde halksız bir İslâm, ulemâsız bir halk projesi toplum mühendisleri tarafından metazori yöntemlerle dayatıldı. Sekülerleşmenin başarıya ulaşmasının bir yolu da buydu çünkü.
Sonuç olarak ulemânın halkla ve canlı hayatla ilişkisinde derin kırılmalar yaşandı. Dayatılan bu proje dinin dünya işlerine taalluk etmeyen meselelerinde ulemâya göreceli bir serbestiyet sundu. Dinden tecrit edilen sahalarda ise siyasetten ekonomiye, eğitimden kültürel hayata ulemânın rehberliği sınırlandırıldı, o da tamamen yok edilemediğinden.
Ulemânın bu şekilde sınırlandırılmasını halk ne kadar benimsemiştir acaba?
Bir okurum; “Âlimin vazgeçilemezliği” başlıklı son yazıma gönderdiği değerlendirmeyle bu soruya şöyle cevap vermiş:
“Köşe yazınızda, ‘Allah’ın (c.c) rızasının çağdaş dünyada neye tekâbül ettiğini kim gösterecek?’ diye soruyorsunuz. Son yapılan anketler şunu göstermiştir ki: halkın büyük çoğunluğu İslâm dinini yeteri kadar bildiği kanaatindedir. Bu yüzden, toplumun çoğunluğunun doğruyu söyleyen âlimlere gerek duymadığı kanaatindeyim. Toplumun çoğunluğu, doğruyu söyleyen âlimlere hemen karşı çıkarak, kendi dinlerini âlimlere dikte etmeğe çalışmaktadırlar.”
Benim kanaatim de, halkın, Cumhuriyet sonrası ulemâya biçilen rolü önemli ölçüde benimsemiş olmasıdır. Muhafazakâr kesim bile bunu benimsemeye başlamıştır denebilir. Yani Batılılaşma projesi önemli ölçüde başarıya ulaşmıştır. Halkın hayat tasavvuru hatırı sayılır ölçüde sekülerleştiğinden âlime ibâdetlerini, ölüm ve evlilikle alakalı meselelerini sormakla yetiniyor.
Siyaset ve ekonomi gibi sahalarda ulemâya danışma ihtiyacı hissedilmiyor. Muhafazakâr kesimin gazete ve televizyonlarında, ulemâya, açık kadın reklamları vermenin hükmü sorulmaz meselâ. Faiz reklamının bile hükmü sorulmuyor, çünkü ticarette başarılı olmanın, rekabet edebilmenin bir gereği kabul ediliyor.
Eğitim müfredatı nasıl olmalı, ulemâya sorulduğunu hiç gördünüz mü? Sorulmaz, çünkü eğitim tamamen seküler bir alan muamelesi görür.
Kürt meselesinde ulemânın seküler çözüm paketlerine destek vermesi istenir ancak. Ulus devlet veya neoliberal açılımlara onay versin yeter. Onlara verilen görev sadece onaylamaktır. Onlar bu meselede ne diyor, nasıl bir çözüm öneriyor, kimse merak edip de görüşlerine müracaat etmiyor.
Halk ve elit tabaka böyle de ulemâ farklı mı? Ulemâ da uhrevî boyut ve ibâdetlerle alakalı meselelerde konuşmayı tercih etmektedir, etmeyenler de aşırı bulunup dışlanmaktadır. Müslümanların geleceğiyle alakalı meselelerde konuşan, görüş beyan eden, çözüm önerileri ortaya koyan kaç âlim tanırsınız? İslâm’ın yüklediği misyona yakışır ve bizim tarih tecrübemize paralel görevlerini ulemâ neden üstlenmez?
Bunun en önemli nedeni; sekülerizmin gizlice hazmedilmiş olmasıdır. Bir diğer nedeni de, yine birincisiyle alakalı olaraktan bu meselelere ilgi duymamak, önemsememek, bundan dolayı da gerekli bilgiye sahib olmamak. Sözün özü sınırları çizilmiş sahaya intibak sağlanmıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.