Hani Camiye Gelmeyecektin?
Dönülmez akşamın ufkundayız, vakitçok geç,
Bu son faslıdır ey ömrüm nasıl geçersen geç.
Yahya Kemal Beyatlı, son yolculuğuna çıkanları bu mısralarla başlayan bir şiirle uğurlamayı düşlemiş ve o şiiri ünlü bestekârımız Münir Nurettin Selçuk, besteleyerek adeta ölümsüzleştirmiş. Aşık Veysel, o yolculuğa çıkarken ardında kalanlara adeta vasiyet niteliğinde bir mesaj bırakıyor:
“Dostlar beni hatırlasın”
“Benim sadık yarim kara topraktır” diyen Veysel, dostlardan da yine böylesine bir vefa beklediğini bizlere hissettiriyor.
Giderken de bizim götürebildiğimiz tek şeyi, yani kefeni daha 29 yaşında iken terk-i diyar eyleyen Adapazarlı Selahattin Şimşek, bakın nasıl sevimli hale getiriyor:
“Kundak, bir gün öleceklerin sarıldığı kefen, kefen bir gün doğacakların sarıldığı kundaktır, karla kaplı yollar bahara gider.”
Cami avlularında benim en çok dikkatimi çeken şey ise bazı cenazelerin son anda tuhaf bir şekilde musalla taşında öksüz ve yetim bırakılmasıdır. Sağlığında birlikte aynı masada O’nunla yemek yiyip, aynı hayatı paylaşan dost oldukları izlenimini verenler biraz uzakta halka halinde toplanıp pipolarını tüttürür ve hatta ticari sohbetler yapmaktan garip bir zevk alırlar. Cenaze namazını kıldıracak olan imam ve cami cemaati musalla önünde yerlerini alır ve o insanlarda hiç tanımadıkları adamın cenaze namazını kılmar. Ve ardından imam sorar:
- Merhumu nasıl bilirdiniz?
- İyi bilirdik!
İmam yeniden sorar:
- Hakkınızı helal ediyor musunuz?
Cemaat yine koro halinde bağırır:
- Helal olsuuun.
Cenaze namazı kılınan zatın bazen, sadece dostları değil, oğulları da kenarda babalarının cenaze namazının kılınmasını beklemektedir.
Acı bir gerçek bu cami avlusunda ete kemiğe bürünüp, idraklerimize sunulmaktadır. Ömrü boyunca İslâm’dan uzak yaşamış, dinden nasibini almamış, hatta İslâm’ın umdelerine düşmanlık yapmış ve ardında öylesine evlatlar ve dostlar bırakmış olan bu son dakika Müslümanlarını Çalışma eski Bakanlarımızdan Dr. Fehmi Cumalıoğlu, şair gözüyle nasıl hicrediyor:
"Ömrünce Müslüman Hıncı Vardı"
Yobazlık, geriliktir ona göre din, iman,
Safsatadır, hayaldir, tabiattır yaratan.
Ne hazin bir gerçektir, "ALLAH" diye haykırır;
Ümidin tükendiği, gücün kaybolduğu an.
Ömrünce Müslüman'a tükenmez hıncı vardı,
Yobaz der, tahkir eder, kara renge boyardı.
Musallaya gelince, dostlar kenarda kaldı;
Affı için mü'minler Allah' ına yalvardı!
(Fehmi Cumalioğlu)
Hayatın garipliklerine hicveden küçük, fakat kitaplık çapta hikayelerinden tanıdığımız Cüneyt Suavi, “Yeşil Elbise” adlı hikayesi ile son dakika Müslümanlarının hal-i pürmelâli’ni gözlerimizin önüne seriyor.
Cüneyd Suavi’nin
KALEMİNDEN
Yolda karşılaştığımızda, ezan okunuyordu.
- Gel seni camiye götüreyim, dedim. Bugün Cuma biliyorsun.
Daha önceki tekliflerimi de reddettiği için:
- Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun, dedi.
- Biliyorum ama, dedim. Sebebini de merak ediyorum.
- Ne bileyim olmuyor işte, diye karşılık verdi. Belki çevrenin de tesiri var. Hem pantolonumun ütüsü bozulup dizleri aşınır diye endişe ediyorum.
İster istemez gülerek:
- Herhalde şaka yapıyorsun, dedim. Bunun için cami terkedilir mi hiç?
- Ciddi söylüyorum dedi. Giyimime ve özellikle “yeşil”e çok düşkün olduğumu bilirsin.
Gerçekten de öyleydi. Giydiği birbirinden güzel elbiseleri mutlaka yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı.
- Peki, dedim. Hayatında hiç camiye gitmedin mi?
- Çocukken dedemle birkaç kere gitmiştim.. Fakat artık gidebileceğimi zannetmiyorum.
Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmişti. Daha sonra el sıkışıp ayrıldık.
Onunla konuşmamızdan iki ay sonra, kendisinin camide olduğunu söylediler. Hemen gittim. Bahçedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve üzerinde yine yeşiller vardı. Yavaşça yanına yaklaştım ve kısık bir sesle:
- Hani, dedim. Camiye gelmeyecektin?
Hiç sesini çıkartmadı. Çünkü musalla taşının üzerinde yeşil örtülü bir tabut içide yatıyordu.
Birbiri ardına son yolculuğuna çıkanları görünce bu satırları yazmak aklıma düştü. Ölenlerin uğurlaşın serüveninden bizimde çıkaracağımız dersler olmalı. Zira bu dünyadan nasıl uğurlandığımız değil, öbür dünyada nasıl karşılanacağımız önemlidir.