Üniversitelerimizi uluslararası akademisyenlere açalım
Ülkemizde son yıllarda çok sayıda üniversite açıldı, hem de Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde görülmediği kadar. Yüksek eğitim alanında bu bir devrim aslında. Bundan elde edilmek istenen hedeflerden en önemlisi; ülkenin beynelmilel ilim yarışında hakettiği yeri almasını sağlamak. Tek kelimeyle heyacan verici.
Ancak 170 civarındaki onca üniversiteye rağmen akademik kurumlarımızın bilgi ve fikir üretmede birçok handikapı var. Akademik dünyaya içeriden bakan birisi olarak önemli gördüğüm bir handikapı bugün gündeme getirmek istiyorum:
Devlet üniversiteleri yabancı uyruklu hocaları akademisyen kadrosuna katmakta sıkıntı yaşıyor, çünkü önünde mevzuat engeli var. O da, yurtdışıdan getirilecek bir hoca ancak bir yıllık sözleşmeyle davet edilebiliyor üniversiteye. Tabiî, daha sonra rektörün insiyatifiyle sözleşme bittiğinde yine bir yıl olmak şartıyla anlaşma yenilenebiliyor.
Problem de burada başlıyor zaten. Bu mevzuat çok değerli ilim adamlarının Türkiye’yi tercih edip istikrarlı bir şekilde katkı sağlamasına mâni. Çünkü bir yıl sonra bu anlaşmanın yenilenmesinin garantisi yok. Oysa akademik dünya istikrarı sever. İlim adamı önünü görmese risk alıp gelmez ve büyük ilmî çalışmalara imza atamaz. Vakıf üniversitelerinin önünde bu handikap olmamakla beraber, oralarda da, bir kısmı hariç, vizyon ve finans sıkıntısı var.
Bu mevzuat hiç kuşkusuz tadil edilmelidir. Üniversitelere istediği yabancı uyruklu hocayla en azından iki veya üç yıllığına sözleşme yapma yetkisi verilmeli ve bu ihtiyacını görecek kadar bütçe ayrılmalıdır. Böylece gelecek ilim adamı önünü görme imkânı yakalar ve planlarını ona göre yapar.
Uluslararası başarılı akademik kadrolar, öğrenci kadrolarını da çalıştıkları üniversitelere çekmekteler. Bir taraftan kendi birikimlerini çalıştıkları üniversiteye ve ülkeye aktarırken diğer taraftan da o üniversite ve ülkeyi yabancı uyruklu öğrencilere açmaktalar.
Buna, evvelemirde üniversitelerimizde ilim ve fikir üretmenin kapasitesini artırmak, eğitim kalitesini yükseltmek için ihtiyacımız var. Kendi kadrolarımız yeterli değil çünkü. Ayrıca dünyanın farklı ülkelerinden ilim adamlarının sunacağı ilmî hizmet, ülkemizin ilim potasında birikecek, farklı ilmî disiplinlerde güçlü bir ilim geleneğinin oluşmasını sağlayacaktır.
Dünyada bunu en iyi yapan ülkeler en gelişmiş ülklerdir. Eğitim sektörü artık bir ticarî sektör olduğu gibi en önemli “soft power” (ince/yumuşak güç) ve “smart power” (akıllı güç) üretim sahasıdır da. Dünyada üniversiteleri güçlü olmayan güçlü bir ülke yoktur.
ABD yaşadığı bütün krizlere rağmen ilmî faaliyetlere hâlâ öncülük yapıyor. Bu ona yeniden düşünme ve örgütlenme becerisi, krizlerini çözme yahut erteleme imkânı vermektedir.
Bunda orada istihdam edilen yabancı uyruklu akademisyenlerin rolü kuşkusuz inkâr edilemez. Dünyanın dört bir tarafından olduğu gibi İslâm dünyasından da en üst düzey ilim adamları ABD için ilim üretiyor, insan yetiştiriyor meselâ. Amerika’da yahut Batı’nın başka ülkelerinde çalışan ilim adamlarına imkân tanınsa, cazip teklifler sunulsa bunların bir kısmının Türkiye’ye geleceğini söyleyebilirim.
Türkiye son on yılda bir istikrar çizgisi yakalamış durumda. Siyasi ve ekonomik hayatta sağlanan istikrar dünyanın birçok yerindeki akademisyenin dikkatini çekiyor. Türkiye’ye gelmek ve bilgi ve tecrübesini burada hizmete sunmak isteyen birçok akademisyen tanıyorum.
Bunun önünü açabilmek için mevzuatı yeniden yapılandırmak ve yabancı uyruklu ilim adamlarını gelmeye teşvik etmek gerekir. Ve mümkünse 10 yıl çalışmış ve bu sürede önemli ilmî çalışmalara imza atmış kadrolara vatandaşlık hakkı da verilmelidir. O zaman hem ilmî birikimlerini hemde maddi kazanımlarını bu ülkede tutacaklardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.