Başörtüsü: Şekil sorunu mu, rejim sorunu mu?
Toplumun “kimlik ve kişilik değerleri” üzerine kurulmayan rejimler, “toplumsal taban”a dayanmadıklarından ve “toplumsal destek”ten yoksun olduklarından, kendilerini bir türlü “güven”de hissetmezler. Yaşamak için ihtiyaç duydukları heyecanı, üzerine hükmettikleri toplumun değerleriyle mücadelede ararlar. Bu tür rejimler “toplumsal bütünlük”ü de, “sosyal kümeler”i de, tek tek “bireyler”i de “potansiyel suçlu” olarak görürler. “Suçlu”yu disiplinize etmek için bireye ve topluma “şekil dayatmak”, hükümranlıklarının en önemli emarelerindendir.
Ülkemizdeki rejimin toplumun kimlik ve kişilik değerlerine rağmen ve o değerleri itekleyerek, suç sayarak kurulduğunda sanırım ittifak halindeyiz. Bu kapsamda, güncel bir gelişmenin niçin “rejim sorunu” olarak algılandığına değinmek istiyorum.
Biliyorsunuz, “avukatlık”la ilgili Meslek Kuralları’nın 20’nci maddesinde yer alan “Avukat ve stajyerleri, başları açık olarak mahkemelerde görev yaparlar” hükmündeki “başları açık olarak” ibaresinin yürütmesi, Danıştay 8’inci Dairesi tarafından durduruldu. Eğer “rejimin ilahları” durumu kabullenmezlerse, artık avukatlar için başörtüleriyle çalışmaları sorun olmaktan çıkmış gibi görünüyor.
Daire, kararını verirken “Avukatlık Kanunu” ve “Yönetmelik”te herhangi bir “başörtüsü yasağının olmadığı”nı ifade ediyor. Ayrıca, “Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik”e atıf yaparak, bu yönetmeliğe göre nüfus cüzdanlarına yapıştırılacak fotoğraflarda kadınların “alın, çene ve yüzlerinin açık olması şartı”yla başörtüsüyle fotoğraf verebileceğini, bu yüzden Barolar’ın kimlik belgelerinde “başı açık fotoğraf şartı” arayamayacağını ifade ediyor.
Yalnız dikkatinizi çekerim; Danıştay’ın kararı, aslında “avukatların başörtülü olarak görev yapıp yapamayacaklarına” değil, “avukatlık kimliklerindeki resmin başörtülü olup olamayacağı”na dair. Nitekim Danıştay, ilgili kararı, kimliğinin yenilenmesi için Barolar Birliği’ne başvuran bir avukatın başörtülü fotoğrafının reddedilmesini mahkemeye taşıması üzerine aldı. Zaten 8. Daire üyelerinden biri, “Dava yalnızca kimlikle ilgili, vazifeleri ve uyulacak kaideleri kapsamıyor” gerekçesiyle karara muhalefet şerhi koymuş.
Bu demek oluyor ki, “avukatların başörtüsü sorunu” aslında tam anlamıyla çözülmüş değil. 8. Daire’nin “kimlikte başörtülü resim olabileceği”ne dair kararı, fiilen avukatların “başörtüleriyle görev yapabilecekleri” şeklinde yorumlandı ve sorun çözülmüş gibi gösterildi. Ya Danıştay İdari Dava Daireleri yeni bir kararla serbestliği sadece “kimlikteki resim”e indirirse ne olacak?
Yani demem o ki, “pansuman çözüm”lerle durumun geçiştirilmeye çalışıldığı, daha hâlâ sorunun “esaslı çözüm”e kavuşturulmadığı, yedi düvele meydan okuyan Hükümet’in, her nedense bir türlü başörtüsü sorununu çözmeye yanaşmadığı gerçeğiyle yüz yüzeyiz.
Bu, “yasağın savılması”na ilişkin sürecin öteki yüzü. Bir de meselenin kendilerine “hukukçu” diyen Barolar tarafından algılanışı ve takdim edilişi var ki; aslında sorunun da, çözümün de neye bağlı ve nasıl olacağına dair hakikati göstermesi bakımından çok önemli. Nitekim Ankara Barosu Başkanı, Danıştay’ın kararına tepki göstererek, “sorunun esası”na da dikkat çeken cümleyi kurdu:
“Bu şekil sorunu değil, apaçık rejim sorunudur.”
Doğru. Gerçekten de başörtüsü ile sembolleşen “dinî hayatın yasaklanması” sorunu, esasında bir “şekil sorunu” değildir.
Kimsenin, kadınların nasıl giyindiğiyle, ne giymesi gerektiğiyle ilgilendiği yok aslında. Kim ne giyerse giysin, “giyim şekli” nasıl olursa olsun. Esasında yasağın sebebi “şekil” değil. Sebep, Baro Başkanı’nın da vurguladığı gibi, “rejimin niteliği”dir. Çünkü rejimin esası, özellikle İslâm’ı hayattan uzaklaştırıp, “Laik-Kemalist ideoloji” üzerine kurguladığı hayatın sürdürülmesine yönelik. Bu nedenle, “dinî hayatın sembolü” haline gelmiş olan “başörtüsü”, bir “şekil” olduğu için değil, aslında “dinî hayatı simgelediği için” rejime dokunuyor. Rejim, varlığını bina ettiği unsurların altından zeminin kaymasını ve yok etmeye çalıştığı bir hayat tarzının semboller düzeyinde de olsa varlık göstermesini bir türlü kabullenemiyor ve bunu önlemek için şiddetli bir direnç gösteriyor. Nitekim Baro Başkanı bunu şöyle ifade ediyor:
“(Bu serbestiyet), Avukatların dinî sembollerle duruşmalara girip semboller kullanarak yargılama yapmalarının önünün açılması anlamına gelir... Şekil gibi görünen bir yoldan esasa ve özünde rejime yönelik bir değişiklik söz konusudur.”
Anlaşılan şu ki; “rejim”e dokunmasa, yani sadece şekilde kalsa, kimsenin başörtüsünü sorun edineceği yok. “Rejimin ilahları” açısından hal böyle. Müslüman açısından ise durum şu: Eğer “İslâm’a uygun” olmayacaksa, başörtüsü sorunu çözülmemiş demektir.
İslâm’a uygun olmayan hiçbir çözümle avunamayız. “Hiç değilse bu olsun” yanılgısına düşerek “esas”ı kaybedemeyiz. Meselenin İslâm’ın ölçülerine uygun olarak çözülmesi için geri adım atmadan, mutlaka ve ofansif bir tempoyla çözüme odaklanmalıyız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.