Dine hayat sahası tahsis etme yetkisi
Koca koca adamlar oturmuşlar, “milletin dinine hudut tayin etme”ye kalkışıyorlar. Onu da beceremiyorlar; çünkü bir türlü “din”de anlaşmaya varamıyorlar. Çünkü algılarındaki din, tam da “Laik-Kemalist ideoloji”nin tanımladığı gibi, hudutları “bireylerin vicdanları” ile çerçeve edilmiş, “ferdî moral kaynağı”ndan ve birtakım “izinli ritüeller”den ibaret. Yani “İslam” değil.
Hal böyle olunca, “dindar toplum” için “dine hudut” çizmeye kalkışan bu İslam’dan habersiz, “Allah’ın muradı”nı hesaba katmayan topluluk, aralarında anlaşmazlığa düşüyor.
Hani, anlaşmazlığa düştükleri konu, bari toplumun inanç değerlerini, yani dinini, yani İslam’ı toplumun nasıl “en iyi ve doğru biçimde, tam ve tüm olarak” yaşayabileceğinin ortamını hazırlamaya dair olsa... Hayır! Az önce de söyledik ya, anlaşmazlık konusu “daha iyi”yi aramaya yönelik değil. Bilakis “İslam’ı hayattan ne kadar uzaklaştırabiliriz”e dair. Ya da “hayatı İslam’dan ne kadar uzakta kurgularız”a yönelik. “Din, vicdan ve inanç hürriyeti” adı altında “Din”e, yani bu ülke toplumunun dini olan “İslam’a hudut çizme”ye dair.
Bilmem, “TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu”nun son oturumunda “Din, vicdan ve inanç hürriyeti” görüşmelerinin yarım kalmasından söz ettiğimi anladınız mı?
TBMM’nde grubu bulunan her partiden üçer milletvekili bir araya gelip Komisyonu teşkil etmiş. Kim bunlar?
Hiçbiri İslam hukukçusu değil. “İslami hayat”a dair sınır getirmeye kalkışanların, en azından “İslam hukuku”na dair temel hususlarda ihtisas sahibi olmaları gerekmez mi? Bu ülkede çok sayıda İslam hukukçusu olmasına rağmen, İslam’a “hayatta yer tayin etme”ye kalkışan Komisyon’da bir tane bile İslam hukukçusunun bulunmaması, sizce de manidar değil mi?
Komisyon üyeleri İslam hukukçusu değiller. Biri iktisatçı. Biri inşaat mühendisi. Biri film yönetmeni. Biri yargıç ve büyükelçi. Diğerleri ise avukatlık yapmışlar. Allah’ın insanlar için tayin ettiği hukukla bir alakaları, ilgileri ve buna dair ihtisaslaşmış bilgileri yok.
Şimdi nitelikleri böyle olan üyelerden müteşekkil bir komisyonun, insanların “din”lerine ve “vicdan”larına dair hudutlar çizmesi, alanlar tahsis etmesi, hayat sahası belirlemesi sizce doğru olur mu? Bu üyelerin, hiç bilgilerinin olmadığı, yetkinliklerinin bulunmadığı bir sahada, “İslam’ın hayatta ne kadarlık yerinin olacağı”na dair sınır çizmeye kalkışmalarından olumlu sonuç çıkar mı? Bunların, “politik duruş”larının kulvarından ayrılmaları, takip ettikleri “politik programlar”ın hudutlarını aşarak konuya geniş perspektiften yaklaşabilmeleri sizce mümkün mü?
Üstelik, Komisyon’un Çalışma Usulleri’nin “karar yeter sayısı”nı düzenleyen maddesine göre, Komisyon, üyelerin ittifakı ile karar alacaksa...
Şimdi elinizi vicdanınıza koyup söyleyin lütfen. Hem ihtisas sahibi olmadığın bir hususta karar vereceksin, hem de bu kararı, “birbirine tamamen zıt politik kulvarlar”da, farklı siyasi hedeflere doğru giden üyelerin ittifakı ile alacaksın! Mesela, “halk istiyor diye devlet düzenini değiştiremezsin” diyecek kadar halkından kopuk bir üyenin bulunduğu Komisyon’dan, “halkın değerlerine uygun” bir ittifak beklemek saflık olmaz mı? Böyle bir ittifaktan kime ne fayda çıkar? Özellikle de, angaje olduğu siyasal ideoloji ve rejimin anlayışı ile, ya da politik tercihlerinin yön vermesi ile harekete geçen üyelerden müteşekkil bir topluluk, nasıl ve hangi hakla Allah’ın hükümlerine hayat sahası tayin edecek, insanların, dinlerini ne kadarlık yaşayacaklarının hudutlarını belirleyecek? Bu yetkiyi kimden alıyorlar?
Komisyonda yapılan tartışmalardan anlıyoruz ki, Partiler, herkesin din, vicdan ve inanç hürriyetine sahip olduğunda uzlaşmışlar. Ancak bunun kapsamına dair mutabakat yok. Anlaşılan, dini hayat, ibadet ve dini eğitim devletin gözetim ve denetimi altında tutulacak. İbadetlerde bile tam bir hürriyet olmayacak; ibadet, dini ayin ve törenler, “din”e aykırı olarak biçimlendirilmiş “kamu düzeni” gereği sınırlandırılacak. “Anayasal düzen”in kısmen de olsa “dini kurallar”a dayandırılması yasak yine suç.
İşte böyle. Yapılacak “din” tanımlamasını görüyor musunuz? “İslam’ın fert, aile, toplum ve devlet ölçeğinde, siyasi, idari, içtimai, kültürel, iktisadi, hukuki, adli, tedrisi, askeri vb. alanlarda bütün bir hayatı düzenlediği” gerçeğini hesaba katan yok. Bunun Anayasada nasıl formüle edileceğine dair öneri verilmemiş; buna kafa yoran, derdi olan yok!
Müslümanlar kendine gelmedikçe bu devran böylece sürüp gider. Zira Allah, çalışana verir; yatana ve işlerini başkalarına, varlığını yok sayanlara havale edenlere değil.
“Din”de anlaşamadığınla “iman”da buluşamazsın. İmanda buluşamadığınla ittifak edecek hiçbir şeyin yoktur. Onlar “iman”ı tasdik edene kadar!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.