Ayşe ne zaman ‘hür’ olur?
Erken davranıp “hiçbir zaman!” diyebiliriz. Büyük Osmanlı tarihçisi Nâima’yı “Lâle Devri tarihçisi” olarak nitelediği anda, bu hüküm yerini bulmuş demektir.
Hazret, 1716’da bu âlemden göçmüş. Lâle Devri’nin ise 1718’de başlayıp 1730’da bittiği erbabınca biliniyor! Ya Âşıkpaşazade ile Âşık Paşa’yı karıştırması? İkisinde de “âşık” var, “paşa” da var! Fark etmez! Osmanlı’nın Kızılbaş İran tepkisi Yavuz’dan başlıyor ama, hatun 3. Murad devri şeyhülislâmı Hoca Saadetdin’e dayanarak Fatih’le Uzun Hasan mücadelesini (İkisi de Sünni ve Türk’tür) Osmanlı’nın “Kızılbaş kesme” savaşına dönüştürüyor!
Yine de son zamanların radikal -popüler tarihçisi bu hatunla ilgili mesnetsiz hüküm vermekten kaçınmalıyız. Daha çok yakın tarihe, bugünün liberal-sol-hafif Kürdî, hatta Alevî hassasiyetlerini mezceder şekilde yaklaştığını söyleyebiliriz. Tarih ne kadar yakın olursa olsun, onun bir de uzak tarafı vardır. Yakından bakınca uzak da yakın görünebilir! O yüzden “Hür” hanım, eline satırı aldı mı doğramaya yüzyıllar öncesinden başlayabiliyor.
Son yazısı “Tanrı Dağları kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman”ı okurken Ayşe Hanım’ın iyi bir çorbacı olduğuna kanaat getirdim. “Çorbacı” yanlış anlaşılmasın, lügatimizde “azınlık mensubu Hıristiyan” olarak da yer alır. Tabiî onu kast ederek değil, birçok unsuru bol su ile karıştırıp kaynatarak pişiren anlamına kullandım. Bu çorbada birbiri ile alâkasız unsurlar, elmalarla armutlar ve bademlerle külbastılar ve dahi pastalarla pırasalar büyük bir matametik dehası ile toplanıvermiş! Sonra bir bakıyorsunuz, sadece toplanmamışlar, çarpılmış ve de bölünmüşler de! Seyyid Ahmet Arvasî için “Nakşıbendi eğitimci” yaftasını kolayca kullanıveriyor.
Bir insan eğitimci olabilir. Eğer Nakşibendilik eğitimi veriyorsa, Nakşıbendi eğitimci sayılabilir. Burada onun kastedilmediğinden şüphe yok, fakat yafta yapıştırılmış! Arvasî merhum iyi bir maarifçiydi… Düşünce adamı idi, belki ideologdu. Kürt müydü? Etnik olarak Arvasî ailesini çözümlemek her babayiğidin harcı değil. “Seyyid” kelimesine bakarsanız, Peygamber soyundan geliyorlar, yani Arap olmalılar. Yerleştikleri bölgedeki Kürtler dikkate alınırsa, Kürtlerle karışmış olabilirler, bölgeyi aşıp ülke genelinde dağılımlarına bakarsak, ırk olarak Türkleşmiş de olabilirler.
Bunlar hep etnik çözümlemeler. Necip Fazıl’ın Arvasisi, Seyyid Abdülhakim ve Hür hatunun bahsettiği Seyyid Ahmed’e bakarsanız, Türkiye’nin umumu nasıl tarif edilirse, öyle insanlar olduklarından şüphe edilmez. Hür hatuna cehalet isnad etmek istemezdim ama, daha ötesini söylemek zorundayım: Kusura bakmayın size “echel” diyeceğim! Irkçıların, turancıların yeni tezlerini “Büyük Doğu” ve “Hareket” dergileri aracılığı ile de yaydıklarını yazıyor! Buna “yuh” demek yetmez! Necip Fazıl’a asıl saygısızlığı şimdi yapıyor Ayşanım, elinin hamuru ile! Ona bilerek saygısızlık yaptığından şüphem yok, fakat Nurettin Topçu’ya da bilmeden saygısızlık yatığını tahmin edebiliriz.
Derginin adı “Hareket” ya, partinin adında da “Hareket” geçiyor, öyleyse koy sepete! Ya Türkiye Milliyetçiler Derneği? Milliyetçiler Cemiyeti/Derneği, 1950’lerin kuruluşudur. Malatya suikastı hadisesinden sonra kapatılmıştır. 1953’te kapatıldıktan sonra, Türk Milliyetçiler Derneği olarak devam etmiştir. Türkiye Milliyetçiler Derneği’ni de ilk defa duyuyoruz desek, yeri var. MTTB ile Milli Mücadele Birliği, Millî Gençlik Vakfı ile Ülkü Ocakları aynı fikir silsilesi içinde zikredilirse ne olur? Ya büyük bir cehalet olur ya da muhteşem hamakat olur!
O zaman, 1945’ten beri öğretim üyesi olarak İstanbul Üniversitesi’nde bulunan İbrahim Kafesoğlu’na “DTCF öğretim üyesi” diyebilirsiniz. “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman” sloganı rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti’nin dir, o da Osman Yüksel ismi zikredilmeden, başkalarına mal edilerek veriliyor, üstelik, “Tanrı Dağları”na çevrilerek! Arvasî biyolojik ırkçılığı reddediyormuş, ama kendisi de “içtimaî ırkçı” imiş! Siz uyuyun sosyologlar! Yeni yetme toplumbilimciniz içtimaî, yani “sosyal-toplumsal ırkçılık” diye nur topu bir kavram yumurtladı!
Her biri karanlık bir tertip olan, içerideki derin güçlerle dışarıdaki bazı odakların tezgâhladığı bilinen Malatya, Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum olaylarının faturası derakap MHP’ye ve Ülkücülere kesilebiliyor! Peki Malatya’da 18 Nisan 1977’de Belediye reisi Hamido’nun katledilmesi üzerine yapılan yürüyüşte hangi slogan kullanıldı? “Dan dan intikam!” Yuh ervahına! Bu kadın şimdi de mizahçı oldu! Bu sloganı neresinden uydurdu acaba? Eğer mizah yapmıyorsa, böyle bir slogan olmayacağını da kestirebilir.
Bu bal gibi “Kana kan intikam” değil mi? Meğer Maraş “Alevi yurdu” olarak biliniyormuş! Pes artık pes! Yuh artık, yuh! Ayşe ne zaman “hür” olur? Gizlediği etnik veya mezhebî kimliğini apaçık ortaya koyduğu zaman!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.