Ahlâk ve terör ilişkisi.. Ve, terörde ‘Saddam taktiği’
1905’te bir komünist teşkilat, Rusya’da çar’ı öldürmeyi planlayıp, onun geçeceği belirlenen bir yol üzerinde tuzak kurar. çar’ın saltanat arabasının geçeceği belirlenen saatte bomba patlatılacaktır.. Bir eylemci sorumluluğu üstlenir..
Civardaki bir ‘hücre evi’nde bekleyen arkadaşları ise, bombanın sesini duyacakları ânı beklerler.. Ama, o ses işitilmez.. Ve eylemci, arkadaşlarının yanına döner ve durumu anlatır:
Tam da belirlenen anda, bir fayton gelmiştir.. Eylemci, bombanın pimini çekmeye hazır vaziyetteyken, bir de ne görsün.. Bir fayton dolusu çocuk, cıvıl-cıvıl..
Eylemci, o mâsum çocuklara karşı bir eylemi ‘ahlâk dışı’ bulur..
Arkadaşları ile bu eylemci arasında sert tartışmalar geçer.. Onlar, onun insanîliğiyle alay ederler. ‘Proleteryanın, yoksulların, zulüm ve yoksulluk içinde kıvranan milyonların çocuklarının acısı’nı unutup, ‘çar’ın ve diğer egemen çocuklarının acı çekmemesi gibi bir kaygu taşımanın bir ‘burjuva özentisi’ olduğunu söylerler.. Eylemci ise, ‘bunun temel bir insanlık ve ahlâk problemi olduğunu’ söyler. Bu, ciddî bir fikrî tartışma ve çatışmadır..
*50 yıl sonra.. 5 Ağustos 1945.. Sabah vakti, Amerikan Başkanı Truman, bir savaş gemisinin güvertesinde bando takımını selâmlar.. O sırada, bir aksilik olur ve bir astsubayın serçe parmağı incinir. Acılar içinde kıvranan astsubay hemen revire kaldırılır.
Truman, revire giderek, o astsubayın halini sorar ve ne kadar ‘ince ruhlu’ olduğunu gösterir!
Ve Başkan, güvertede şezlongunda uzanmış, bir şeyler beklemektedir; sabırsızlık içinde.. Nihayet, bir şifreli rapor sunulur.. Verilen haberle, Amerikan Başkanı adetâ elektriklenmiş gibi olur ve sevincinden havaya fırlar. Gözlemciler böyle not etmişlerdir, o hali..
Bu, içinde ve çevresinde hiçbir askerî birlik ve tesisin de bulunmadığı -Japon şehri- Hiroşima’ya atılan bir bombayla, insanlık tarihindeki ilk ‘Atom Bombası’yla ilgilidir..
Bomba o kadar ‘başarılı’(!?)dır ki, Hiroşima’daki ve 2-3 gün sonra da Nagazaki’ye atılan bu bombalarla yüzbinlerce insandan 300 bin kadarı, korkunç bir ateş topunun içinde ilk anda kavruluverir. Şehirler bir hayalete dönmüştür, yüzbinler de yaralıdır..
öyle bir modern barbarlıkla ‘sosyal genleri’ bozulmuş bir emperyalist toplum, daha sonra, 11 Eylûl 2001’de Amerika içinde meydana gelen terörist saldırılarda ölen 3500 kadar insanın intikamı adına ve ortada hiçbir bağlantı da gösterilememişken, Afganistan ve Irak’ı işgal etmiş ve sivil halklardan 2 milyon kadar müslüman katledilmiştir/ edilmektedir.
Ve Afganistan ve hele de Irak’da, yıllardır her gün patlayan bombalarla, günde ortalama 50-60 kişi can vermektedir.. Ve, çoğumuzun umûrunda bile değildir.. Kezâ, Filistin de öyle..
Ve, suçlananlar hâlâ, sadece egemen güçlerin suçlanmasını istedikleri tiplerdir..
*İstanbul-Güngören’de meydana gelen patlamalar da, aynı ‘hasta ve barbar ruhluluğu’ yansıtmaktadır. Ancak, bu saldırılar, daha bir alçakça kurnazlıkla tezgahlanmış..
çünkü, önce bir ses bombası... Hedef, yüzlerce sivil insan.. Yaralananlar oluyor.. Tabiatiyle, diğer insanlar yardım için koşuyorlar, halk toplanıyor ve işte o zaman, gerçek bomba patlatılıyor. Bunun hiçbir savaş usûlüyle ve mâkul hedefi olan hiçbir mücadele ile bağdaşır bir tarafı yoktur; belki avcılıkta görülen bir acımasız kurnazlık taktiğine benzetilebilir, bu..
Bu, gelecekte böyle durumlarda yardımda bulunacak olanları da korkutmaya yönelik bir usûl..
Bu usûlü, Saddam da İran İslâm Cumhûriyeti nizamını yıkmak için emperyalistlerle işbirliği içinde başlattığı ve 8 yıl süren ve 1 milyona yakın insanın öldürülmesiyle neticelenen korkunç kanlı savaş sırasında uygulamıştı.. Tahran üzerine bir füze atılır ve bu füzenin meydana getirdiği yıkıntılar arasından insanları kurtarmak isteyen yüzlerce insanın toplandığı bir sırada, evvelki füzenin fırlatıldığı koordinatlarla yeni füzeler atılır ve böylece ilk patlamanın civarında toplanan kalabalıkların imhası planlanır ve yüzlerce insan daha katledilirdi..
Böylesi barbarca eylemleri tezgâhlayanlar, toplumda panikleme mi meydana getirirler; yoksa, ‘kontrolsüz ve öfkeli bir sosyal tepki’ mi veya ‘teröre karşı bir sosyal dayanışma’ mı?
Dileyelim ki, bu sonuncusu olsun..
*Bomba patlatmak, terör eylemlerinin hem en etkilisi ve hem de en kolaylarındandır. çünkü, bomba, bir çöp bidonu içinde de bırakılabilir ve uzaktan kumanda için bir düzenekle ve bir cep telefonu çaldırarak patlamanın sağlanmasıyla, onlarca-yüzlerce insan, katledilir.. Esasen, terör de, dehşet uyandırıcı ve toplumu sindirmeyi hedef alan eylem demektir..
Tamam da, bunu yapanlar vicdanlarını nereye koyacaklardır?
öyle anlaşılıyor ki, bu gibi bombalamalar bundan sonra daha da bir gelişebilir.. Dahası, iyi örgütlenmiş 30-40 kişi, bir büyük şehrin birbirinden uzak semtlerine, 10’ar, 15’er dakika arayla 40-50 patlama gerçekleştirerek, güvenlik güçleri epeyce bir çaresiz hale getirilebilir.
Bu, ‘şehir gerillacılığı’nın bilinen taktiklerindendir..
Ama, hiçbir vicdan-ahlâk tanımayan böyle bir barbarlık devreye sokulursa; o zaman, toplumun da barbarlaşacağı ve kolayca imha edilecek düşmanlar icâd etmeye doğru yönlendirileceği de unutulmamalıdır..
Merhûm M. âkif gerçi, ‘Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır; / Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.. / Yüreklerden çekilmiş farz edilsin, havf-ı Yezdân’ın../ Ne irfanın kalır te’siri, kat’iyyen, ne vicdanın..’ der, ama, bu bir ayrı ve tartışılmalı konudur. çünkü, hattâ hiçbir ‘tanrı’ inancına sahib olmayan insanların vicdanında bile, Yüce Yaratıcı tarafından yerleştirilmiş bir kodlamayla, asgarî bir hakk anlayışı ve adâlet arayışı vardır ve şeklen ‘Allah inanç ve korkusu’ taşıdığını söyleyen pek çok zâlimler de bulunmaktadır..
*AYASOFYA’DA BEKLENEN MELEKLERİN CİNSİYETİ TARTIŞILIRKEN..
İstanbul’un fethinin eşiğinde, ‘ulu papazlar’, ulu mâbed Ayasofya’da toplanmışlar, ‘kendilerini kurtaracak meleğin erkek mi-dişi mi olacağını’ tartışmaktayken.. Genç Sultan Mehmed’in Ayasofya’nın avlusuna dahil olduğunu görüverirler..
Anayasa Mahkemesi, AK Parti’nin kapatılması dâvasını görüşmeye dün başladı.
Dünyanın ve ülkenin içinde bulunduğu şartlar ortadayken, ‘kemalist/laik düzen’i korumayı adâlet sanan bir anlayış’taki ‘ulu yargıç’lar ‘laik/juridik kardinal’ler rolündeymişçesine ‘milletin cezalandırılması gerekir mi, gerekmez mi’ konusunda karar verecekler.. Tablo, Ayasofya’daki 29 Mayıs 1453 gününü hatırlatmaktadır.. Ama, bu kez, karşılaşılacak olan, bir Sultan Mehmed değil, tam bir gulyabanî sultası, bir terör heyulasıdır.
çünkü bilinmelidir ki, bu yargılamayı taleb edenler, milletin büyük ekseriyetinin ülkenin yönetiminde, kendi iradelerini birazcık da olsa etkili kılacağı ümidiyle bir siyasî harekete temsil yetkisi vermesine karşı beslenen hıncı sergilemektedirler. Ki, bu hınç, ‘Ergenekon İddianamesi’nde millete yönelik bol küfürlü laflarla da belgelenmiştir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.