''Mala-Davara Zararı Var Mı?'' Ne Demektir?
Yeni karşılaşılan veya hayata hiçbir etkisi olmayan değişiklikler için “Mala-davara zararı var mı?” diye sorarız. Anlamını ve hikâyesini bilmeyen edebiyatçılarla(!) karşılaşınca, bu deyimin anlamı ve hikâyesini (daha doğrusu “hikâyelerini”) yazmak şart oldu. Çünkü, bu deyimi kullandığınızda, hikâyesini, anlamını ve fonksiyonunu bilmeyen sözüm ona edebiyatçılar, hakaret edildiğini zannediyorlar.
İnternette şöyle bi dolaştım ve bu deyimin pek çok hikâyesinin olduğunu gördüm. Ben sadece “okunan ezanın ne olduğunu anlamayan” birinin cümlesi olarak biliyordum. Meğer sevgili muzip halkımız, duruma göre bu hikâyeyi ne kadar çoğaltmış!...
Benim ilk duyduğum hikâye şöyleydi:
Türklerin Müslüman olduğu ilk yıllarda, uzak dağ köylerinde yaşayan köylünün biri, şehre inmiş ve ilk defa minarede ezan okunduğunu duymuş. Bunun ne olduğunu sormuş. Anlatmışlar ama bizim köylü anlatılanları pek kavrayamamış. İşi-gücü hayvanları olan saf köylü, “Bunun mala-davara zararı var mı?” diye sormuş. Anlatanlar, “Yok” deyince; köylü “Okusun o zaman!...” demiş.
Görüldüğü gibi hikâye, bir köylü, kendisi için hayatın esası olan hayvanları açısından bakıyor meseleye. Yani onun için esas olan hayvanlarıdır. Hayvanlarına zarar vermeyecek bir şeyin olması veya olmaması onu pek ilgilendirmemekte; hayatına etkide bulunmayacak bir değişiklik, köylünün umurunda değildir.
Zaten bu deyim de, bir değişikliğin esasa hiç etkili olmaması durumunda, köylü saflığında bir eleştirisi olarak kullanılır.
İşte bu hikâye, özü korunmakla ve az çok birbirine benzemekle beraber, halkımız tarafından hayli çeşitlendirilmiştir.
İşte onlardan bazıları:
Moğol Komutanlı olanı
Moğol orduları bir İslâm beldesini işgal ederler. Minarede ezan okunduğunu duyan komutan, tercüman olarak kullandığı belde sakinine bunun ne olduğunu sorar. Tercüman, “Bu okunan azandır. Müslümanları namaza davettir.” der. Söylenenden pek bir şey anlamayan Moğol komutanı tercümana, “Bunun mala-davara zararı var mı? diye sorar. Tercüman, “Hayır hiçbir zararı yoktur.” diye cevap verir. Moğol komutan da “Bırakın; sabahtan akşama kadar okusun!...” diye adamlarına emir verir.
Komünistli Olanı
“Devrim şehirlerden mi başlamalı, kırlardan mı?” tartışmasının yapıldığı ve her kış gelecek olan Komünizmin beklendiği 1968-1970’ler.
Devrimi köylerden başlatma fraksiyonuna mensup ateşli bir genç, bir köye gider ve köy kahvesinde uzun uzun Komünizm’i ve devrimi anlatır. Zaten kendisinin de pek kavrayamadığı konuları, köylülere iyice anlatamaz. Söylenenleri hiç anlamayan köylüler, “Bunun mala-davara zararı var mı?” diye sorarlar. Genç, “Yok.” deyince, köylüler, “Gelsin o zaman!...” derler.
Politikacılı Olanı
Politikacıların köylere açıldığı yıllar...
Bir grup politikacı, propaganda yapmak için bir köy kahvesine varırlar. Köy kahvesinde oyun oynamakta olan muhtara, “Propaganda yapacağız. İzin verir misin?” diye sorarlar. Propagandanın ne demek olduğunu bilmeyen muhtar, “Ne yapacaksınız, ne yapacaksınız?...” diye sorar. Politikacılar, propagandanın ne olduğunu anlatırlar uzun uzun. Muhtar pek bir şey anlamaz ama “Bunun mala-davara zararı var mı?.” diye sorar. Politikacılar, “Yok.” deyince, “Yapın o dediğiniz şeyi o zaman.” der ve oyun oynamaya devam eder.
Çoban Seyfi’li Olanı
Devletin yeni yeni köylere cami yaptırdığı yıllar...
Ücra bir Anadolu köyüne devlet bir cami inşa eder. Açılış günü yaklaşınca, minareyi unuttukları anlaşılır. Köylüler Müftüye giderler. Müftü Efendi de, “Minaresiz cami mi olur?” der.
Köylüler köylerine gelirler ve minare yapmanın şart olduğunu söyler. Bazı köylüler buna itiraz ederler. Uzun uzun tartışırlar ve sonunda, yetişkin köylüler arasında oylama yapmaya karar verirler. Oylama yapılır fakat oylar eşit çıkar.
Köylüler gene uzun uzun tartışırlar. Bir sonuç alamazlar. Ne yapacaklarını kara kara düşünürken, içlerinden biri, dağlarda hayvan otlatmakta olduğu için Çoban Seyfi’nin oy kullanmadığını fark eder ve “Çoban Seyfi gelince ona soralım.” derler.
Olaydan habersiz bir şekilde, bir kaç gün sonra sürüyü köye indiren Çoban Seyfi’yi muhtar köy kahvesine çağırır ve köylülerin ortasında durumu anlatır. Hayata sadece hayvanları açısından bakan Çoban Seyfi, söylenenlerden bir şey anlamaz. Şapkasını düzeltir; saçını, sakalını kaşır. Biraz düşünür ve sonunda, “Bunun mala-davara zararı var mı?” diye sorar. Muhtar, “Yok.” deyince, “Olsun o zaman...” der.
Elektrikli Olanı
Gene uzak bir dağ köyü...
Kasabaya inen muhtar, akşam köy kahvesinde köy halkını toplar ve köylerine elektrik getirileceğini söyler. Yıllardan beri kasabaya inmemiş olduklarından, elektriğin ne olduğunu bilmeyen yaşlılar, elektriğin ne olduğunu anlayamazlar. Muhtar, artık gaz yağıyla aydınlanmayacaklarını, sokakların bile aydınlık olacağını uzun uzun anlatır. Yaşlılar hâlâ elektriğin ne olduğunu anlamamışlardır. İçlerinden biri, “Bunun mala-davara zararı var mı?” diye sorar. Muhtar, “Yok.” deyince, yaşlılar, “Gelsin o zaman...” derler.
***
Bizden anlatması...
Anlamayana değil davul-zurna, tam teşeküllü senfoni orkestrası bile az!...
İnsaniyyetin ilk şartı olan “gabâvetten tahâret”i bilmeyenler için babamın adı Hıdır, elimizden gelen budur.
Ne yapalım?.. Vermeyince Mâbud, neylesin Nâmık?... Hatta neylesin bütün atasözleri, neylesin Bağdatlı Rûhi, neylesin Ziyâ Paşa?...
***
Ben bunları yazarken, Süheylâ muzip muzip gülüyor ve “Yaz yazabildiğin kadar!... Nasıl olsa Haber vaktim’de, gazetedeki gibi karakter sınırlaması yok!...” diyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.