Baldıran Zehiri, BOP ve Dinler Arası Diyalog
Terör sorununun çözümünde daha düne kadar düşünülemeyen bir noktaya gelindi. Tabiî bunda “siyasi irade”nin rolü büyük. Başbakan’ın “Baldıran Zehiri”yle perçinlediği kararlı tutumu olmasaydı bu noktaya gelinemezdi. Şimdi ortaya çıkan tabloda, Başbakan’ın içeceği “Baldıran Zehiri”nin ne olduğu belli: “Hain” damgası... “Vatanı sattı” ithamları... Nitekim MHP’nin sert tutumu bu yönde.
Başbakan kendini bir şekilde korur da, asıl Baldıran Zehirini “müslüman Kürt ve Türk halkı”nın içtiğini görüyoruz. İşte halka içirilen “Baldıran Zehiri”nin nitelikleri:
Apo “Kürtler kişiliklerini yeniden yarattı” deyip ekliyor: “Başlattığım mücadale bir ruhu oluşturmayı amaçlıyordu. Bugün görüyorum ki bu haykırış bir noktaya ulaşmıştır.” Nitekim, hemen hemen tamamı müslüman olan Kürt toplumu içinde, artık ciddi oranlara ulaşmış bir “ateist” ya da “dinsiz-imansız, İslam’sız” topluluğu türetildi. Bunlar “Kürtlerin İslami kimliği”ni yok etmeye çalışıyorlar. Oluşturulan ruh, “İslam kardeşliği”ni değil, gayriislami motiflerle bezenmiş “Kürt ayrılmacılığı”nı esas alan bir ruh.
Apo, bütün Ortadoğu ve Ortaasya halklarına seslendi. Meydanlara posterleri asıldı, sahne arkasında görüntüsü verildi, her yerde bölücü örgütün işaretleri yer aldı. Güvenlik bile terör örgütünün militanlarınca sağlandı. Böylece “Teröristbaşı”na “kitlesel ve resmi meşruiyet” kazandırıldı.
Apo, Kürtlerin “Anadolu medeniyetlerine analık eden bir halk” olduğunu söylerken, Türklerden hiç söz etmeyerek, isyanına “Türk milliyetçiliği”ni gerekçe gösterirken, kendisi “Kürt milliyetçiliği”ni önceledi. Güya “kardeşlik”i savunmak için coğrafi mekanlara atıfta bulundu. Bunu yaparken merkeze Kürt milliyetçiliğini oturtarak, “coğrafi bölünme”ye vurgu yaptı. Cümlesine dikkat ediniz: “Kürtler için Dicle ve Fırat, Sakarya ve Gediz’in kardeşidir.” Kimin için? Kürtler için...
Apo, “bu kardeş topluluklar.... harici baskılarla birbirine düşürülmeye çalışılmış” diyerek, otuz yıldır sürdürdüğü bölücü terör faaliyetinden kendini sıyırıp suçu “harici baskı”lara yıkıverdi. Böylece “ak”lanma yolunda önemli bir başarı elde etti.
Apo, “artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir” diyerek, silahlı unsurların tasfiye edilmeyeceğini, silahlarıyla, güvenli dış üslere çekilip, “gerektiğinde” kullanılmak üzere hazır bekletileceğini söylemiş oldu. Dikkat edin, “silahları bırakın” demedi; sanki tekrar içeri girmek zormuş gibi, “sınır dışına çıkma”yı “barış niyeti” olarak gösterip, “caniliğini masumiyete dönüştürme” siyaseti güttü. Nitekim Karayılan’ın teröristlere yaptığı çağrısında, “halk savaşını en üst seviyeye çıkarmak için gerekli bütün hazırlıkları tamamlamış durumdayız” denilmesi, “gerektiğinde” harekete geçilebileceğinin sinyallerini veriyor.
Apo, “bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır” dedi. Peki, neyin başlangıcı? “Daha farklı mücadele”nin... Yani “Kürdistan ve Anadolu tarihine yakışır şekilde, tüm halkların ve kültürlerin eşit ve demokratik ülküsünün oluşması”nın mücadelesi. Böylece, “Kürdistan ülküsü”nden vazgeçmedi; farklı bir söylem içinde, “ayrılıkçı niyet”ini resmi makamlara kabul ettirmiş oldu.
Apo, bu ayrılıkçı zihniyetin gelişmesi için, “Ermenileri, Türkmenleri, Asurları” da “kendi özgürlük ışıkları olarak görmeye” çağırdı. Böylece Türk olmayan tüm halkları çaktırmadan “bölücü ayaklanma”ya, “isyan”a çağırmış oldu.
Apo, “zaman ....kucaklaşmanın, helalleşmenin zamanıdır” diyerek, ölümüne sebep olduğu binlerce insana sadece “ceset muamelesi” yapılmasını, yüzmilyarları bulan maddi kaybın yok sayılmasını, heba olan yılların üzerine soğuk su içilmesini önermiş oldu.
Apo, “İslam kardeşliği”ni es geçip, “herkesin demokratik modernitede yer tutması için bir çağrı” yaptı. Zaten kurduğu örgüt İslam’a karşıydı.
Apo, “bölmek isteyenlere karşı birleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere inat birleşeceğiz” sözüyle, alemi aptal saymakla, otuz yıldır sürdürdüğü “bölücü faaliyetler”i başkalarına fatura edip kendini aklama siyaseti güttü.
Konunun “dinler arası diyalog”la alâkasını soracaksanız, ben de onu anlamaya çalışıyorum. Bakınız Apo’nun harmanlamasına: “Ortadoğu hakları, kökleri üzerinde yeniden doğmak, ayağa kalkmak istiyorlar.... Hz. İsa, Hz. Musa ve Hz. Muhammed’in mesajları ortaktı. Batı’nın çağdaş uygarlık değerlerini toptan yok saymıyoruz.”
Yani?
İmralı sürecinin “uluslararası kurgu”da iki hedefi gözüküyor:
1- “Büyük Ortadoğu Projesi”nin tamamlanması için denkleme “Kürt ayrılmacılığı”nı, “barış” kılıfı altında sokmak...
Nitekim daha şimdiden, Apo’nun “Misak-ı Milli” vurgusuna dayanılarak, Türkiye’nin sınırlarını genişleten ve “Ortadoğu Konfederasyonu” adı verilen bir proje konuşulmaya başlandı bile. Bu projeye göre, Ortadoğu’daki bütün Kürt bölgeleri önce Türkiye’nin sınırlarına dahil edilecek. Ama Türkiye “federatif yapı”yı da aşıp “konfederal yapı”ya büründürülecek. Konfederal yapıda, “konfederal unsur”lar istediği zaman ayrılabileceğinden, “Birleşmiş Büyük Kürdistan”ın temelleri Türkiye eliyle atılmış olacak.
2- Başlatanların “tebliğ” amacını aşarak “İslam’ı tahrif programı”na dönüşmeye başlayan “dinler arası diyalog”u, “barış süreci”nin katmanları arasında yedirmek...
Anlayacağınız, baldıran zehirini asıl içen, bu ülkede yaşayan müslüman Türk ve Kürt halkı olacak gibi gözüküyor. Böyle giderse, bunun panzehiri de bulunamayacak.
Sahi, süreci gerçekten bizim siyasetçiler mi yürütüyor? Baksanıza, durduk yerde İsrail de özür dileyiverdi!...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.