“Allah’ım yiğidi düştüğü yerden ayağa kaldır”
Ve ard arda üç seçim için düğmeye basacağız. Önümüzdeki yıl 26 Mart’ta belediye seçimleri, sonra ilk defa halkın oylarıyla seçilecek cumhurbaşkanlığı seçimleri ve üçüncü olarak sıra milletvekili seçimlerine gelecek. Ben de geçmişime dönüp baktığımda 30 kadar seçim dönemi yaşamışım. Milletvekili, senato, ara seçim, erken seçim, belediye seçimleri derken bayağı bir duyarlı vatandaş rolü oynamışım. Hatta bir çok seçimde oy kullanmayan seçmenlere ceza verildiği bile olurdu. Öyle ya, devlet sizi adam yerine koymuş, seçmen kartı dağıtmış siz bunu hafife alıp oy kullanmaya gitmiyorsunuz. Niyetiniz sorgulanır önce, devleti mi protesto ediyorsunuz? Yoksa daha başka bir niyetiniz mi var? Bir de her 10 yılda bir yapılan darbeler vardır. 27 Mayıs 1960’ta halkın oyları ile iktidara getirdiği Demokrat Parti ABD destekli bir darbe ile indirilir. Çok geçmeden DP’nin devamı olan Adalet Partisi yine seçimleri alır. Bu defa parti liderleri Çankaya’da toplanarak kulakları çekilecek ve ünlü Çankaya protokolü imzalanarak seçimlerden galip çıkan Adalet Partisi’nin genel başkanı değil, ikinci çıkan CHP’nin başkanı İsmet İnönü’nün başkanlığının kabul edilmesi şartı ile seçimler iptalden kurtulacaktır. Sonra 12 Mart 1971 gelir. O yıl da askerler parlamentoyu kuşa çevirerek yönetime el koyarlar. Bu defa meclis kapatılmadan istedikleri ve kukla olarak oynamayı kabul eden bir partisiz başbakan formülü bulunmuştur. Bu dönemde Amerika’nın istediği haşhaş ekiminin tümden yasaklanması hükümetin ilk icraatı olacak ve Türkiye’de haşhaş ekimi tümden yasaklanacaktır. Ardından normal seçimler yapılır ve tekrar ABD’nin ve onun maşası darbecilerin istemediği bir iktidar seçilir. 12 Eylül 1980, yine ABD başkanının “Bizim çocuklar” dediği darbecilerin yeniden yönetime el koyduğu yıl olur. Bu defa da Yunanistan’ın NATO’ya vetomuz olmadan rahatça girişi sağlanacaktır. Sonra askerlerin gölgesinde Turgut Özal dönemi başlar. Özal’a da uzun süre dayanamayan küresel canavarlar tarafından Özal zehirlenerek öldürülür. Sonra Necmettin Erbakan ve Çiller dönemi gelir. Onlar da ABD’nin ve batının menfaatlerine dokunacak işler yapacak ve cezaları yerli işbirlikçiler tarafından kesilecektir. İktidarı bırakmazsa makamından yerlerde sürünerek çıkarılacağı ihtar edilir. İçişleri Bakanı Meral Akşener de bakanlığının önünde kazığa oturtulmakla tehdit edilir. Erbakan’ın partisi kapatılır, Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül Hoca’dan ayrılarak AK Parti’yi kurarlar. Bu arada Recep Tayyip Erdoğan, okuduğu bir şiir yüzünden hapse atılıp siyasi yasaklı olmuştur. Erdoğan ilahi bir lütfa mazhar olur ve “Muhtar bile olamaz!” denilen bir noktadan ülkenin başbakanlığına fırlayıverir. Dost-düşman şaşkındır. Erdoğan, tek başına iktidardadır. Ve Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanlığına aday gösterince yine “bizim çocuklar” devreye girer ve Genelkurmay’ın sitesinde eşi başörtülü Gül, cumhurbaşkanı olarak Çankaya’ya çıkarsa buna izin verilmeyeceği ve darbe yapılacağı açıkça ilan edilir. Erdoğan, geçmişten ders almıştır, hemen erken seçim kararı alır ve eze eze yeniden iktidara gelir. Ardından Abdullah Gül, Çankaya’ya çıkarılır. Erdoğan, süreç içerisinde yılların ihmaline uğramış ülkede adeta bir seferberlik ilan edecek ve ekonomiyi düzelterek iktidarını pekiştirecektir. Artık halkın % 50’sinin desteği arkalarındadır. Ve halkın oyları ile seçilmiş olan iktidarı terbiye etmeyi kendisine görev addetmiş olan darbeciler 90 yıllık cumhuriyet döneminde ilk defa yargılanacak ve peş peşe ceza alacaklardır. İlkin Balyoz davaları sonuçlanır, suçları sabit olanlar kanunda öngörülen cezaları alırlar. Sıra Ergenekon Terör Örgütü davasındadır. Onlar da hukuk önünde hesap verme durumunda kalmıştır. Başbakan Erdoğan, statüko ve derin yapılarla adeta 90 yılın hesaplaşmasını yapıyor. Kimileri bunun adına rövanş diyor, kimileri rejimin yerli yerine oturması. Seçimlerde oy verip egemenliğin kendisinde olduğunu zanneden halkın, artık verdiği vekaletin ne kadar kullanılabileceğini kontrol ettiğini, bunun gerçek demokrasi olduğunu söylüyor. Her iki durumda da 90 yıldır gizli iktidar olan yapıların kaybettiği ve halkın iktidarının gerçekleştiği, artık beğenmediği iktidarı sandıkta cezalandırıp, yine o çam sandığı yoluyla beğendiği bir iktidara emaneti teslim edeceği bir düzenin kurulmakta olduğu anlaşılıyor. İşin tuhaf yanı bugüne kadar her 10 yılda bir ABD ve onun doğal müttefiki Avrupa ülkelerinin menfaatleri için yönetime el koyan “bizim çocuklar” iktidarı suçlarken de “ABD’nin adamı” argümanını kullanıyor. Bana kalırsa Erdoğan, tıpkı II. Abdülhamit dönemindeki Osmanlı vatanı gibi çok zor şartlarda bir ülke yönetiyor. Kimin dost, kimin düşman olduğu belli olmayan bir coğrafyada yılanlı bir kuyudan insanlarını kurtarmaya çabalıyor. Erdoğan, sürecin başarıya ulaşması ve aldığı riskin büyüklüğünü göstermek için önce “Baldıran zehiri içmeye hazırım” demişti, şimdi de “Başımı fedaya hazırım” diyerek kandan beslenen ve adeta “Bu musibetten kurtulmayalım” diyenlere mesaj veriyor. CHP ve MHP süreç başarılı olursa baraja takılırız korkusu ile sürekli takoz rolüne soyunuyor. En büyük desteği de şüphesiz Türkiye başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında seher vakti sahibine açılan eller ve yapılan dualar: “Alah’ım, 90 yıldır beklediğimiz Türkiye’nin muzafferliğini görmeyi hepimize nasib et! Yiğidi düştüğü yerden tekrar ayağa kaldır!