Türkeş’in hatıralarındaki sır mektup!
O’nun lakabı “ihtilalin kudretli Albayı” idi. 27 Mayıs 1960’ta bir avuç gözü dönmüş subay, darbe yapmış ve Tükiye’de her 10 yılda bir ordunun yönetime el koyma geleneğini başlatmışlardı. Bu alt rütbeli subayların en büyüklerinden olan Albay Alparslan Türkeş, tanklarla kuşattığı Ankara Radyosundan ihtilali Türkiye’ye duyuran bir ses olmuştu:
“Sevgili vatandaşlar, bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekâta Silahlı Kuvvetlerimiz; partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında, en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi, hangi tarafa mensup olursa olsun, seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır.
Girişilmiş olan bu teşebbüs, hiçbir şahsa veya zümreye karşı değildir. İdaremiz, hiç kimse hakkında şahsiyata müteallik tecavüzkâr bir fiile müsaade etmeyeceği gibi, edilmesine de asla müsamaha etmeyecektir. Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup bulunursa bulunsun, her vatandaş; kanunlar ve hukuk prensipleri esaslarına göre muamele görecektir. Bütün vatandaşların, partilerin üstünde aynı milletin, aynı soydan gelmiş evlatları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine karşı hürmetle ve anlayışla muamele etmeleri, ıstıraplarımızın dinmesi ve milli varlığımızın selameti için zaruri görülmektedir.
Kabineye mensup şahsiyetlerin, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sığınmalarını rica ederiz. Şahsi emniyetleri kanunun teminatı altındadır.
Müttefiklerimize, komşularımıza ve bütün dünyaya hitap ediyoruz. Gayemiz, Birleşmiş Milletler Anayasası’na ve insan hakları prensiplerine tamamen riayettir. Büyük Atatürk’ün ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ prensibi bayrağımızdır.
Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO ve CENTO’ya inanıyoruz ve bağlıyız. Düşüncemiz ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’tur.
Milletimizin bir zarara uğramayacığı delaletinde sabır ve ihkamla tebessür etmeleri beklentilerimiz arasındadır.” (T.S.K,Albay Alparslan Türkeş)
Türkeş, sessiz sedasız Başbakanlık Müsteşarlığına gelip oturmuş ve ihtilalin başına paraşütle inen Orgeneral Cemal Gürsel’in bir anda sağ kolu olmuştu. Komitede kimse bu makamın kilit bir yer olduğunu anlamamıştı, anladıklarında da iş işten geçmişti. Türkeş, neredeyse adı konulmamış bir başbakandı. Bir süre sonra iktidar savaşları başlayacak ve bir takım ince düşünceli adamlar ihtilalin başı olan Gürsel Paşa’ya sokularak Türkeş’in yakında yeni bir ihtilal yapıp, O’nu devireceklerini fısıldayacaklardı. Durum vahimdi. O halde Türkeş ve arkadaşları tasfiye edilmeliydi. Ve bir gece ansızın Türkeş ve 13 arkadaşı gözaltına alınarak meşhur 14’lerin sürgünü olarak tarihe geçecektir. 14’ler bir anda yurt dışındaki Türk elçiliklerinde dolgun maaşla müşavir olarak görev alacaklar, daha doğrusu oralarda 2 yıl yan gelip yatacaklardır. Gaye onların bir süreliğine Türkiye’den uzaklaştırılmasıdır.
Nitekim 2 yıl sonra döndüklerinde köprülerin altından çok sular akmış, askerlerin gölgesi altında da olsa normal siyasi hayata dönülmüştü. Artık tanklar ve toplar değil, iktidara gelmek için çam sandığı denilen bir kutuya atılan oylar hükümran olmaya başlamıştı. Türkeş ve arkadaşları Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne girecekler ve partiyi ele geçirerek yeni bir siyasi hareket başlatacaklardı, ülkücü hareket
Şimdi gelelim Alparslan Türkeş’in ünlü gazeteci Hulusi Turgut’a anlattığı (Şahinlerin Dansı) ve bugüne kadar sadece 1 cildi yayınlanan ve 2. cildini kamuoyunun merakla beklediği hatıralara. Burada Türkeş bugüne kadar bilinmeyen 27 Mayıs 1960’la ilgili sırları açıklıyor. Bunlardan en önemlisi ihtilalden 24 gün önce Menderes’in Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e sonradan ihtilalin başı olan Cemal Gürsel’in yazdığı mektuptur. Yassıada duruşmaları sırasında tam metin açıklansa belki de Menderes ve arkadaşları asılmayacaklardı. Şimdi o mektup olayını Türkeş’in kendisinden dinliyoruz:
- Sayın Türkeş, bu elinizdeki belge nedir, özelliğini ve önemini açıklar mısınız?
- Bu, Kara Kuvvetleri eski Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel’in Demokrat Parti iktidarının son Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e 3 Mayıs 1960’da yani ihtilalden 24 gün önce yazdığı tarihi mektuptur. Mektup, ihtilalden sonra bizzat Cemal Paşa tarafından değiştirilerek kamuoyuna açıklandı. İlk mektupta, Adnan Menderes’in Cumhurbaşkanı olması öneriliyor, değiştirilen şeklinde ise bu bölüm atılıyor.
- Peki bu mektup Yassıada’daki duruşmalarda sanıklar tarafından orijinal haliyle açıklansa, ne olurdu dersiniz?
- Bomba tesiri yapardı!
- Bu açıklamalardan sonra Yassıada Davalarında idam kararı çıkar mıydı
- Hayır.
- Buna tarihin seyrini değiştiren bir tahrifat diyebilir miyiz?
- Evet.
Cemal Paşa bu tahrifatı yaparken size herhangi bir açıklamada bulunma ihtiyacı hissetti mi?
- Hayır. Beni çağırdı. eski mektubun üzerindeki değişiklikleri yaptı ve ‘Bu şekilde basına verilsin’ dedi.
- Bu mektup üzerinde değişiklik yapılmadan açıklansaydı, Yassıada Yüksek Adalet Divanı kurulabilir miydi?
- Herhalde Ethem Menderes’e verildiği haliyle yayınlanamazdı. Çünkü, Menderes ve öteki Demokrat Parti erkanı tutuklanmıştı. Bu arada Milli Birlik Komitesi’nin pek çok üyesi CHP ve İsmet Paşa ile irtibat halindeydiler. Onlar, mektubun orijinal haliyle yayınlanmasına izin vermezlerdi.
- Eski mektubu ne yaptınız?
- O günün şartlarında tarihi mektubun orijinalini yayınlamak mümkün değildi. Cemal Paşa tarafından üzerinde yapılan metni daktilo ettirdikten sonra tarihi mektuba şu notu düştüm:
“Neşredilmek üzere Cemal Paşa tarafından kendi el yazısı ile rötüş yaparak matbuata verdiği mektup, 9.6.1960 A.T?”
Tarihi bir olay olarak bunu unutmamak için ben o notu düşmeyi gerekli saydım. Tarihi bir belgedir. İlerde de tarihe gerçeği intikal ettirmek faydalı olur diye bu notu koydum. Sonra arşivimde sakladım.
- Milli Birlik Komitesi’ndeki arkadaşlarınız, mektubun içeriğini biliyorlar mıydı?
- Hayır, bilmiyorlardı. Onların çoğu zaten toplama insanlardı. Büyük kısmı ilk MBK’de yoktu. Olanlar da mektuptan haberdar değildi. Çünkü Cemal Paşa’ya o sıralar en yakın kimse bendim. 27 Mayıs’tan önce de ben, ‘O’nun karargahındaydım. NATO Şubesi Müdürü’ydüm.
...Ve çok özel münasebetlerimiz vardı. Her şeyi kendisi ile konuşabiliyordum.”
Aynı hatıralarda Alparslan Türkeş, 27 Mayıs 1960 darbesinin bir CIA eseri olmadığını söylerken, yaptığı açıklamalarda da kendisini yalanlıyor. Zira ihtilal idaresini ilk tanıyan ülke ABD oluyor ve memur maaşlarını ödemek için yüklüce bir bağış yapmakta da beis görmüyorlar.
Yine aynı ABD, Türk ordusundaki 7000 subayın (Emin Sular olayı) zoraki emekli edilmesi sırasında tepkinin en aza indirilmesi için subaylara ödenecek yüklüce kıdem tazminatları da yine ABD tarafından hibe olarak verilecektir. Bir Rus generali bu tasfiye için “Türk ordusuna bomba atılsa bu kadar zarar verilemezdi” diyecektir. Türkeş’in hatıralarında gözden kaçan nokta, O’nun Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idam edilmemeleri için çok çaba sarfettiği ve başarılı olamadığı yalanıdır. Zira o, sadece bu mektup olayını açıklarsa Menderes ve arkadaşları asılmayacaklardı.
Türkeş’in bir diğer düşüncesi de Anadolu’da o devirde bir köylü toplumu olan Türkiye’de yaygın olan çarşaftı. Türkeş kadınların kullandığı bu geleneksel örtü için konuşuyor.
Atatürk inkılâpları onun ölümünden sonra yerlerinde saymamış olsalardı, belki de bu davayı (maarif) şimdiye kadar halletmiş olacaktık?
- Atatürk inkılâpları yerlerinde saymadılar, gerilediler. Din, kıyafet en mühimi zihniyet sahasında gerilediler.
- Kıyafet derken Türk kadınını o utanılacak kılığa sokan çarşafı kastediyorsunuz değil mi?
- Son zamanlarda Anadolu’yu hiç dolaştınız mı? Çarşafın nasıl kapkara bir yangın halinde bütün yurdu sardığını gördünüz mü?
- Yalnız kıyafet ve zihniyette mi geriledik?
- Hayır Türkçecilikte de... Türkçecilik bu millete Atatürk’ün en büyük, en faydalı hediyelerinden biri idi. Evvela ezanı Arapça okutmakla buna ihanete başladılar.
- Ya Kur’an’ın Türkçeleştirilmesi teşebbüsleri? Sabıkların baltaladıkları bu teşebbüslere taraftar mısınız?
- Mutlaka... Türk camiinde Türkçe Kur’an okunur, Arapça değil.
- Politikacıların dini istismar edenlere taviz vermelerinin bu millete büyük zararlar getirdiğine kanisiniz değil mi?
- Şüphesiz... Tarih boyunca bu böyle oldu. Son devirde ise her iki parti de (DP, CHP) aynı şekilde taviz yolunu tuttular.
Aynı Türkeş yıllar sonra partisine giren ve milletvekili adayı olan Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) eski başsavcısı Nusret Demiral’ın tam seçimler arifesinde “Ezan Türkçe okunmalıdır” beyanatına sahip çıkacak ve fikrinin tıpkı 30 yıl önceki gibi olduğunu belli edecektir. Ne var ki ezan ve bayrak için binlerce şehit vermiş olan ülkücüler, bir anda Türkeş’i yalnız bırakacak ve MHP barajı aşamayarak parlamento dışı kalacaktır.
Mili Birlik Komitesi eski üyesi ve Türkeş’in siyasette de sağ kolu Ahmet E’in “Demokrasi yoluyla iktidara gelse kendisine karşı da darbe yapardı” dediği MHP’nin efsanevi lideri dostları ve ülkücü gençler tarafından mezarı başında anılıyor.
Allah taksiratını affetsin.