Kaynaklarımız ve tashih
İslâm ilim geleneğini önemsediğimizi her fırsatta vurguluyoruz. Gelenekçi olmakla İslâm ilim geleneğinin devamı olmayı da birbirinden ayırt etmeyi unutmadan. Gelenekçilik, dünden bugüne ne aktarıldıysa onu körü körüne kabul etmek ve tartışmaya açmamaktır. Bu, menfî manada bir keyfiyeti ihtiva etmektedir.
Ancak İslâm ilim geleneğine bağlı olmak ise, statik değil dinamik karektere sahip olan ve genel manada üzerinde ittifak edilmiş ilmî geleneği anlayarak tatbik etmektir. Bunun üst seviyesi de gelişmesine katkıda bulunmaktır. Katkı sağlanamazsa da en azından katkıda bulunanlara değer vererek sahiplenmek gerekmektedir.
Yani fıkıh, tefsir ve hadis şerhlerine, bunlara dair usûllere yaslanmak, bu ilim disiplinlerinin dinamik yapısını inkâr etmemek gerekmektedir. Buna bağlı olduktan sonra kaynaklarımızda (turas) yer alan içtihatlarla esnek bir zeminde ilişkiye geçme imkânını yakalarız. İçtihatları Kur’an ve hadis nassları seviyesine çıkartmadan ve nasslara bağlı kalmadan üretilen fikir seviyesine de indirmeden onlarla seviyeli ve kaliteli bir diyalog kurabiliriz.
Bu girişten sonra kaynaklarımızda yer alan ve aslını dönemin hâkim ilmî kabullerinden alan ve bugün yanlışlığı isbat edilmiş içtihatlara sözü getirmek istiyorum. Önce bir anekdot.
Fakülte yıllarında fıkıh dersinde Pakistanlı bir hocamız Hanefî fıkhının önemli metinlerinden olan “İhtiyar”ı okutuyordu. Mesele insanın bazı hâllerde ağız yoluyla çıkarmak zorunda kaldığı balgamın temiz olup olmadığına gelmişti. Bazı fakihler balgamın mahrecinin (oluştuğu yer) mide olduğunu, midenin de sebileynden çıkan necasetin oluşum merkezi olduğunu, dolayısıyla mahrec temiz olmadığından balgamın da temiz olmadığı hükmüne varmışlardı.
Hoca da bu görüşü savunuyordu. Çinli bir arkadaşla, bugünkü ilmin balgamın çıkış yerinin mide değil akciğerler olduğunu, akciğerin de yukarıdaki izahata göre temiz olduğunu, dolayısıyla balgamın mahrecinin temiz olması sebebiyle kendisinin de temiz olması gerektiğini söylemiştik. Bu bilgiye sahip olmayan hocamız çok şaşırmıştı.
Bu anekdotu paylaşmamın sebebi; dönemin ilmî verilerinin ışığında yapılmış ve bugün sahih olmadığı isbatlanmış içtihatların yanlışlığının kabul edilmesinde bir mahzurun görülmemesi, bunlarda bir tashihe gitmenin İslâm’da bir tashihe gitmek gibi anlaşılmaması gerektiğini vurgulamaktır.
Biz, bu tür içtihatlardan da istifade ederiz; o dönemde ilmin hangi seviyede olduğunu, dönemsel ilmî verilerin İslâm’ı canlı hayata aktarmada nasıl rol oynadığını falan meselâ. Ama onları nasslaştırmaz ve yanlışlığı isbatlanmış yorumların doğruluğunda ısrar etmeyiz.
Kaynaklarımızda yer alan dünyanın düz ve sâbit olduğunu isbatlamaya gayret etmiş bazı ulemânın söyledikleri gibi. Bütün insanlığın dünyanın tepsi gibi düz olduğunu kabullendiği bir dönemde bazı nassların buna paralel tevil edilmesi, bu tarzdan bir olgudur. O dönemde dünya yuvarlak deseydiniz eğer size güler, aklınızdan şüpheye düşerlerdi. Çünkü ilmî kabul buydu. Bu da ilmî teorilerin ilmî hakikate dönüşmeden mutlak baz alınmasının yanlışlığını gösterir.
Bugün kaynaklarda bu tarz yorumları okuyan ilim talebeleri ne ulemâyı suçlamalı ne de bu tür bilgiler kaynaklarda var diye ilmî turasla arasına mesafe koymalıdır. Yukarıda izah ettiğimiz gibi ifrat ve tefrit tuzağına düşmemelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.