Onlar olmadan, hikmet yaşar mı?
Geniş aile deniyor, dede ve ninelerin çocukları ve torunlarıyla beraber yaşadıkları aileye. Modern hayat bunu parçaladı, zira modernite yaşlılığı affetmiyor. Parçaladı ama yerine de bir şey koyamadı. Şimdi ise ideal olarak gösterilen çekirdek aile hem de aynı çatı altında parçalanıyor.
Çekirdek aile mensupları aynı çatı altında, yan yana bulunsalar da, maalesef beraber yaşayamıyorlar. Paylaşmıyorlar. Beraber hissedemiyorlar. Sosyalleşme ihtiyaçlarını da internet üzerinden farklı mecralarda ayrı ayrı gidermeye çalışıyorlar.
Hakiki bir mekânda yan yana yaşadığı ailesiyle sosyalleşemeyen insan internet üzerinden sanal dünyanın imkânlarıyla sosyalleşmeye çalışıyor. Bunun tahlili uzun uzun yapılmalı elbette. Bu yeni durumun aile yapısını nereye evireceği de mutlaka tahlil edilmeli.
Ama benim bugün dikkat çekmek istediğim konu, aile hayatından sökülüp atılan, yaşarken unutulmaya ve ölüme kadar yalnızlığa mahkum edilen dede ve nineler. Aile içinde onların yokluğunun ne kadar büyük bir kayıp olduğunu farkediyor muyuz acaba?
Yeni nesiller dede ve ninenin ne manaya geldiğini, onların ne büyük bir imkân olduğunu fazla bilmiyor, belki de onları evde sadece birer yük olarak görüyorlar.
Onlar bizim yaşayan hâfızalarımız oysa. Dünün hikmet mirasını yaşayarak bugüne aktaran yegane canlı silsile. Onların gözden ve gönülden ırak mekânlarda yeni nesillerden kopuk olarak yaşamaları, onların dünden tevarüs ettikleri hikmeti hayatın ve kendi hayat tecrübelerinin onlarla beraber toprağa gömülmesi manasına gelmektedir.
Ferdi vahidlerin küçük hikâyeleri küçümsenmemeli. Ortada zengin bir hayat tecrübesi var. Filozof Herakleitos’a nisbet edilen bir sözde olduğu gibi; “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz.”
Kâinatta nasıl ki değişim sâbit ilahi bir kanunsa, herşey akıp hareket ediyorsa, aynı nehre bir daha girdiğinizde su da aynı su olmayacaktır, ihtimal yüksektir ki nehre giren özne de aynı özne olmayacaktır. Hem fizikî varlığımız değişmekte, hem tecrübe birikimimiz artmakta hem de tasavvur dünyamızın açısı yaşadıklarımıza paralel değişmektedir. Bu da her bir ferdi vahidin hayat tecrübesini önemli ve biricik kılar.
Ben kendimi bu meyanda nasipli sayıyorum. Ben ve kardeşlerim ninemizin şefkatli kanatlarının altında, hikmetli nasihatlarının rehberliğinde olgunluk çağına eriştik. Okumuş yazmışların süslü cümlelerini bilmezdi o. Hayattan biriktirip kendi tecrübelerinden süzdüğü hikmeti paylaşarak aktarırdı bize.
Annemizin bize yetişemediği yerlerde boşluğu o dolduruyordu. Bazen hem annemize hem de bize birlikte rehberlik ediyordu.
İstanbul’a taşındıktan sonra yollar ayrılmıştı. İstanbul’u sevmiyordu. Apartman dairesi için “kibrit kutusu barınaklar” diyordu. Ruhu sıkılıyordu. İstanbul’a geldiğinde bile geri gönderileceğine dair kesin söz almadan gelmiyordu.
Tabiatla içiçe olmalıydı. Bahçesinde toprağı eşeleyecek, toprağa özünde hayat barındıran farklı tohumlar katacak, toprağın ve tohumların neşvesini görünce de mutlu olacaktı. Topraksız yaşayamazdı o. Toprakla temasının kopması onun için hapishâne hayatından farksızdı. O yüzden büyük şehirde yaşayanlara acırdı.
Yıllar sonra geriye dönüp baktığımda onun bize kattıklarının ne kadar değerli olduğunu daha iyi anlıyorum. Çok merhametliydi. Bize de merhametli olmayı, insanları sevmeyi, acıma duygusunu öğretirdi. Onun literatüründe empati kavramı yoktu, ama bu kavramın hayatımıza sokmaya çalıştığı bütün müsbet çağrışımlar onda içselleştirilmiş ahlâktı.
Beşer hayat tecrübesini nesilden nesile aktaran büyükanne ve babalar aile sınırları dışına sürülünce, yeni nesil bu imkânlardan yoksun kaldı. Öyle gözüküyor ki, yeni neslin dünden yarına hakiki hayata dair aktaracağı fazla bir şeyleri de olmayacak...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.