Pis kokular-2
Terör örgütünün elebaşısı Karayılan’ın “Gülen Cemaati”ne dair iddiaları üzerine Zaman Genel Yayın Yönetmeni, sanki “Karayılan’ın elinin uzandığı devlet kurumu”nun ne olduğunu işaret edercesine, söz konusu belgelerin “MİT raporları” olduğunu iddia etti. Böylece Zaman, söz ustalığıyla, “Gülen Cemaati”nin baştan beri hazmedemediği Hakan Fidan’ın başında bulunduğu MİT’i, Karayılan’a bilgi ve belge sızdırmakla da itham etmiş gibi oldu.
Karayılan’ın açıklamaları aynı zamanda, terör örgütü PKK’nın hedefine giren Gülen Cemaati’nin, üzerindeki ithamları da aklayacak bir durum oluşturmuş olmadı mı? Ya da acaba PKK’ya karşı Gülen Cemaati vizyonu ile yeni bir manipülasyon mu tezgâha konuldu?
Esas nokta, PKK’lıların, “barış süreci”nin kazasız belasız tamamlanabilmesi için, Gülen Cemaati’nin organizasyon yapısının ve çalışmalarının deşifre edilip kontrol altına alınması gerektiğini öne sürmeleri. PKK’lılarla barış yapalım diye nasıl müslüman Kürt halkı devre dışı bırakılmışsa, şimdi de Türkiye’nin en organize cemaatinin, barış gerekçesiyle ve PKK’nın istekleri doğrultusunda tasfiyesi mi plânlanıyor? Öyle ya, Oslo görüşmelerinin basına sızdırılması da, Paris cinayetleri de, Uludere olayı da “cemaat”e yıkılmaya çalışılıyor! Ya da böyle bir suni çekişme vizyona çekilerek, arkaplândaki ağababaların “başka plânlar”ının yürürlüğü mü sağlanacak?
Bu arada, “eğer PKK ile barış sürecine karşıysan yok olmalısın” gibi bir mantığın revaç bulması, “süreci yönetip yönlendiren güçler”in ülkeyi yeniden biçimlendirmesine kapı açmak, onların çizdiği kulvara girerek, “beklenen gerçek özgürlükleri gizli güçlerin insafına ve inisiyatifine bırakmak” anlamına gelmez mi?
Şimdi şu “barış süreci” adıyla ülkenin gündemini belirleyen odaklar arasına Kandil de girmişken, terör elebaşılarını şirin gösterme sunumları arz-ı endam ederken, çekilmenin akabinde silah bırakma ve normalleşme beklentileri artmışken, bir de öğreniyoruz ki PKK yeni terörist toplamaya devam ediyor!
Barış sürecinin zarar görmemesi için termal kameraların kapatıldığı, insansız hava araçlarının üslerinde tutulduğu, askerlerin belirli güzergâhlardan çekildiği, âdetâ belirli yolların ve rotaların serbest geçişe uygun ve denetimsiz bir hale getirildiği bir ortamda, kimin nereye girip çıktığının da kontrol dışı kalmasıyla birlikte, PKK’nın insan gücü potansiyelinde dağılma beklenirken çoğalma görülmesi hayra alamet mi? Hazır bütün yollar açılmışken ve operasyon riski de yokken, örgüt, dilediği gibi kadrolarını takviye etmenin çabası içine girmiş olmuyor mu? Bu kadroları gerek duyduğunda kullanmayacak mı?
Tabiî bu, işin bir yönü. Bir diğer yönü Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelerle doğrudan ilintili. Zira Türkiye’yi siyasi-hukuki olarak istediği noktaya getiren “Kürt kartı”nın oyuncuları, -Kuzey Irak çantada keklik zaten-, şimdi de Kuzey Suriye’ye yönelmiş bulunuyorlar. Türkiye’den çıkan PKK teröristleri Kuzey Suriye’deki PYD ile birlikte güçlü bir silahlı varlık oluşturarak Suriye’nin kuzeyinde büyük bir toprak parçasında “fiili egemenlik” elde ettiler. PKK’nın çekilen militanları öyle sanıldığı gibi Kandil’e değil, Suriye’ye gitti. Hatta PKK’nın yeni terörist devşirmesi, aslında, Suriye’deki yapılanmaya takviye güç tedarik etmekten başka ne olabilir? Nitekim Suriye’ye 1500 PKK’lının geçtiği basında yazılmaya başlandı bile. Yazılan 1500 ise, tamamı ne kadardır, varın siz hesap edin.
Bu arada Meclis Başkanı’nın açıklamalarından öğreniyoruz ki, PKK çoktan çekip gitmiş. Hani 8 Mayıs’ta başlayacak ve Eylül’e kadar sürecekti? Her şey göz önünde cereyan edecek ve kimin nereye gittiği bilinecek, belirlenecekti? Demek ki 8 Mayıs, çekilmenin son tarihiymiş ve siyaseten, süreci baltalamak isteyenlerin müdahaleleri önlenmek için o tarih verilmiş. Peki, çekilen teröristlerin Suriye’ye gittiği de biliniyorken, Türkiye, Kuzey Irak’tan sonra bir de Kuzey Suriye ile büyüyen bir sorunlar yumağının içine çekilirken, yetkililer ne yapıyordu acaba?
Ya da “bizim yetkililer”, gerçekten bu süreçte “yetkili” mi?
Bu arada Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olmak isteyen İsrail, Türkiye ile ilişkileri yeniden rayına oturtmanın verdiği güvenceyle hızlıca sürece dahil oldu. Bence Esed’in ömrünü uzatarak Esed sonrasının biçimlendirilmesinde rol almak isteyen İsrail, bir yandan Suriye’ye ufak ufak saldırıp tepki yoklaması yaparak algıları alıştırırken, bir yandan da askeri hazırlıklarını yoğunlaştırdı; yedeklerini de çağırıp Lübnan sınırlarında askeri tatbikata başladı. Her ne kadar İsrail plânlı bir tatbikat olduğunu iddia etse de, bunun muhtemel bir “bölgesel savaş”a hazırlık olduğundan kimsenin kuşkusu yok. Baksanıza, Irak’a ABD saldırısının öncesinde öne sürülen gerekçeler şimdi de Suriye için vizyonda. “Suriye kimyasal silah kullandı” iddiaları günlük söylem haline geldi.
Ancak İsrail Başbakanı’nın “Suriye parçalanıyor, Lübnan istikrarsız. Her iki ülkenin durumu İsrail için tehdit. İsrail gelebilecek tehditleri kara, hava veya deniz yoluyla durduracaktır” açıklaması, İsrail’in Suriye’ye doğrudan müdahale edeceğinin açık işareti değil mi?
Konuya yarın devam edeceğiz inşaallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.