Taksim’de neler oluyor?
İbrahim Tenekeci’nin, Kayıp Zaman İşareti isimli şiirindeki “Yakındı Üsküp ona, çok uzaktı Bomonti / Bir sürü örnek bunun gibi” mısralarından ilhamla: Taksim ve İstiklal Caddesi’ne çok uzağım. Gayrimüslim tacirlerinin inşa ettiği Pera bölgesine çok uzağım.
Taksim’e uzak, Saraybosna’ya, Üsküb’e ve Prizren’e yakınım.
İstiklal Caddesi’ne uzak, Geyve’ye, Göynük’e ve Taraklı’ya yakınım.
Kapitalizme olabildiğince uzak, medeniyet ve kültüre yakınım.
Eğer İsmet Özel, Haydar Ergülen ve Prof. Dr. İsmail Kara hocamızın dersleri ve birkaç sahaf da olmasa, buraya pek uğramazdım.
Osmanlının Cadde-i Kebir dediği İstiklal Caddesi’ndeki her yürüyüş bana, İstiklal Harbi’ne kayıtsız kalanların, işgal günlerinde yaptıklarını ve yapmadıklarını hatırlatıyor.
Sözü uzatmayalım, fakat devam edelim.
Taksim’in yayalaştırılmasını, Topçu Kışlası’nın ayağa kaldırılmasını, Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılmasını ve Taksim Camii yapılmasını destekliyorum.
Bununla birlikte kabul edelim ki, Türkiye ve özellikle İstanbul, şehircilik kavramından hızla uzaklaşılıyor. Her köşe başında mantar gibi bitiveren AVM’ler, her gün bir yenisi yükselen gökdelenler, toplu konutlar ve birçok örneğine ilaveten Çamlıca’da yapılması planlanan ucube, bu yöndeki endişeleri artırıyor.
Nereye varmak istiyorum?: Gezi Parkı’na…
Gezi Parkı, cinsel sapkınların, tinercilerin ve uyuşturucu bağımlılarının mekanı haline gelmişti. Ne yalan söyleyeyim, Haydar Ergülen’in Atatürk Kitaplığı’ndaki “Türk Şiirinde Öncü Kitaplar” derslerine giderken, bu parktan çekinerek geçiyordum.
Hatırlayacaksınız, çok değil birkaç yıl önce, bir SAT Komandosu da bu parkta tinerciler tarafından bıçaklanarak öldürülmüştü.
Tüm bu sebeplerle, Gezi Parkı’nın yeniden düzenlenmesi ve Topçu Kışlası’nın inşa edilmesi, bir ihtiyaç haline gelmişti.
Buraya kadar hiçbir sorun yok. Tek sorun, bu düzenlemelerin, halka yeterince izah edilememiş olmasıydı.
İsmail Kara hocamız, “Dostluk ve hukuk, biraz da karşı tarafın hissiyatına ve hassasiyetlerine hürmet etmektir” diyor. Ne var ki, bugün, hem siyaset hem de sosyal medya tüm silahlarını kuşanmış durumda. Kimsenin karşı tarafı anlamak, en azından, dinlemek gibi bir derdi yok.
Keşke dün bizler için söylenen, “meselenin sadece başörtüsü olmadığını anlamalısınız!” sözü, bugün “meselenin sadece ağaç olmadığını anlamalısınız!” haline getirilmeseydi.
Keşke polis, orantısız güç kullanmasa ve stoklar tükeninceye kadar biber gazına ve gaz bombalarına yaslanılmasaydı.
Keşke demokratik talepler, Vandalizm’e kurban edilmeseydi. Milyonlarca liralık yıkım ve onlarca şiddet mağduru meydana getirilmeseydi.
Ne var ki, keşke olmasaydı dediğimiz her şey oldu.
Şurası artık çok net: Gezi Parkı protestolarının hiçbir makul ve temiz tarafı kalmadı. Artık sazı başkaları çalıyor. Bütün “psikolojik harp” taktikleri sırayla devreye alınıyor. Beyaz Saray’dan gelen açıklamalar, Batı basının “mal bulmuş mağrip misali” olan biteni abartarak manşete taşıması buna alamettir.
Şimdi soru şu: ABD ve Batı, hükümete, aba altından sopa gösteriyor. Bakalım AK Parti, bu sopadan çekinip, hizaya mı gelecek? Yoksa akl-ı selim ile yola devam mı edecek?
Hal böyle iken, CHP ve masumane niyetlerle meydanlara çıkanlar, derin ve karanlık bir hesabın figüranı olduklarını fark etmeliler. Bu noktada MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin tutumu oldukça önemli ve dikkat çekici. Sayın Bahçeli’nin “Devlet millet çatışması için ellerini ovuşturanlara, tahrike yeltenenlere asla itibar etmeyeceğiz” ve “Taksim’deki hadiseler, neyin olgunlaşması ve kabullendirilmesi hedeflenmiştir?” şeklindeki sözleri, millet iradesine ipotek koymak istenen bir senaryonun prova edildiğini anlamış izlenimi veriyor.
Özetle: Taksim’den Tahrir çıkmaz! Ancak hükümet bu ikazları dikkate almalı. Polis haddini, eylemciler de sınırını bilmeli. Protestoların bu hale gelinmesinde pay sahibi olanların, ister eylemci, isterse kamu görevlisi olsun, gözünün yaşına bakılmamalı. Kamu malına milyonlarca liralık zarar verenler, bunun hesabını da vermeliler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.