Sokakta kazanılan itibar ve Devletin iki yüzü
Öyle onbinler değil, birkaç yüz sakallı-sarıklı, başörtülü-çarşaflı çıkıp, “devletin dayattığı Kemalizm’den, Laiklik’ten, insan kafasının ürünü olup, Kur’an ve Sünnet’e aykırı yasalardan şikayetçiyiz; bunlar hak ve özgürlüklerimizi kısıtlıyor” gerekçesiyle eylem yapsalar ne olur?...
Bunlar, müslüman toplumun “dini duyarlılıklar”ının devletçe gözetilmesini talep etseler... “İslami hassasiyetler”e uygun bir şehir ve çevre isteseler... “Kur’ani hükümlere göre yaşama”yı dile getirseler... Siyasi, sosyal, hukuki, iktisadi vb. alanlarda “İslamca yaşama” dileklerini iletseler... Bunları sokak eylemleriyle, pankartlar ve sloganlar eşliğinde kamuoyu ile paylaşsalar...
Bunun için polisle çatışmasalar, etrafı yakıp yıkmasalar, kırıp dağıtmasalar, sokak çatışmalarına girmeseler... Eylemi sükûnet içinde, sadece görsel ve sözel davranış ve talep olarak yapsalar bile, başlarına gelecek en iyimser sonuç şu olur:
Derhal, mesela “el-Kaideci”, “Hizbullahçı”, “Hizbu’t-Tahrirci” gibi yaftalarla derdest edilir, tutuklanır ve öyle cezalar alırlar ki, bir daha gün ışığını göremezler!
Niçin? Çünkü itibarları yoktur! Ne siyasi-idari rejim nezdinde, ne hukuki-adli sistem ölçeğinde, ne de sosyal-kültürel yapı içinde hiçbir itibarları yoktur, adam yerine koyulmuyorlardır. Çünkü üzerlerine gidilince tırsacaklarına, bastırınca ezileceklerine, “höt” denildiğinde kabuğuna çekileceklerine, hak davalarını sürdürecek eylem kararlılığına ve kendini davasına adamış yürekliliğe sahip olmadıklarına, önderlikten yoksun olduklarına, organize halde bulunmadıklarına dair kesinleşmiş ve tecrübe edilmiş kanaat vardır.
Peki, dinsiz-imansızların, ateistlerin, solak örgütlerin, Laiklerin, Kemalistlerin ve bilumum İslam düşmanlarının, “derin güçler”ce ve gerçeği göremeyen “bazı iyi niyetli kişiler”ce de desteklenerek “kitlesel kalkışma”ya yeltenip eylemlerini açıkça “sokak savaşı”na döndürmeleri, ne buldularsa tahrip etmeleri, müslümanın hakları karşısında sürekli öne çıkarılan o “kamu düzeni”ni ayaklar altına almaları karşısında ne yapılıyor? Hiçbir şey!...
Üstelik polis meydanları eylemcilere terketti, Hükümet projeden vazgeçti; ama hâlâ durmuyorlar. İstediklerini yapıyorlar da müdahale edilmiyor, “el bebek, gül bebek” muamelesi görüyorlar. Neredeyse ağızlarına bal-kaymak çalınacak, ayakları billur kaplar içinde, altın ibriklerden gül suyu dökülerek yıkanacak!...
Başbakan Yardımcısı özür diledi. Başbakan özür diledi. Belediye Başkanı özür diledi. Cumhurbaşkanı Başbakanla ters düşme pahasına gönül aldı. Ama nafile... Adamlar âdetâ diyorlar ki: “Bize kelle lazım, istediğimizi asacağız! Seni sen yapan bütün yatırımları durduracaksın! Ne zaman istersek meydanlara çıkıp dilediğimizi yapacağız, buna ses etmeyeceksin! Koltukta sen otursan da, ülkeyi sokaktan biz yöneteceğiz!”
Buna karşı Devlet hiçbir şey yapmıyorsa bu, Devletin iki yüzünün olduğunu göstermez mi: müslümana karşı şedid ve müdahil, gayrisine karşı müşfik ve müsamahakâr?!...
Bu durumda, bütün hakları çiğnenen müslümanlar, “hak aramanın ve itibar sahibi olmanın yolu sokağa çıkıp etrafa saldırmak, yıkıp tahrip ederek ateşe vermekmiş” gibi bir fikre kapılırsa, bunun sonuçlarına kim katlanacak? Peki, böyle bir “tecrübi kanaat”in fitilini yakıp organize olur da eylem yaparlarsa, acaba bugün Taksim merkezli hareketlere katılanlar kadar devlet tarafından itibar ve müsamaha görürler mi, mülayemetle karşılanır ve kendi hallerine bırakılırlar mı?
Sanmıyorum. Dedim ya, devletin iki yüzü var: müslümana karşı şedid ve müdahil, gayrisine karşı müşfik ve müsamahakâr?!...
İtibarını “sokak savaşı”yla elde etme üzerine yeni bir akım başlamak üzere. Zamanla bağlıları oluşacak, “ölümüne müridler”i türeyecek bu akım, toplumsal yapının orta yerinde, dokunulamaz varlığıyla yerini alacak. Bunlar gittikçe organize olan bir yapıyla kitleselleşip, kazanılmış meşru eylem haklarına süreklilik kazandıracaklar. Bir nevi “Post-Modern Laik-Kemalist Tarikat” türeyecek. Bir süre sonra bunlar, Devlet içinde en etkin ve yetkin konumu elde edecek. Bu olursa, inanın, “Ergenekon”u bile mumla ararsınız.
Bu arada AKP’ye de bir çift sözüm var:
Gördünüz ki, size “geleneksel inançlı kesim”in dışında kimse sahip çıkmıyor. Çıkarları gereği peşinizden ayrılmayanlar, başınız darda kaldığında karşınızda saf tutuyor. Ne yaparsanız yapın, “öteki kesim”e yaranamıyor, “düşman” olarak görülüyorsunuz.
O halde, karşıtlarınızı ve muhaliflerinizi onore ettiğiniz, kalkındırdığınız, yollarını açtığınız, yaptıklarına göz yumduğunuz kadar, sizi destekleyenleri de onore etmeniz, hiç değilse “vesayet rejimlerinden kalma baskılar”ı kaldırıp, “meşru haklar”ını olsun iade etmeniz gerekmez mi?
Artık bu ülkede itibar ve hak, maalesef sokakta kazanılır oldu. Müslümanlar ise hâlâ aralarındaki basit ihtilaflara takılıyor, vahdeti sağlamıyorlar... Atı alan Üsküdar’ı geçmek üzere; biz uyumaya devam ediyoruz!
“Hayat”ın “rüya”, “rüya”nın da “hayat” olmadığını öğrenemedik!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.