Anayasa Mahkemesi sistemi tıkadı mı yoksa önünü açtı mı?
Anayasa Mahkemesi'nin aldığı Ak Parti'yi kapatmama, daha doğrusu Ak Parti'yi kapatmak için gerekli sayıda oyun bulunamamasının Türkiye siyasetinde uzun dönem tartışılacak tarihi nitelikte bir karar olduğu kesin. Kapatmama kararın kıl payı alınması ve mahkemenin altı üyesinin –ki yarısından fazlasını temsil etmektedir- kapatmadan, siyasi yasaklardan yana olduklarını ortaya koymaları özenle üzerinde durulması gereken bir gerçekliktir. Bu üyelerin hangi gerekçe ve delillerle partiyi laiklik karşıtı eylemlerin odağı olarak kabul edip temelli kapatılmasına karar vermek istediklerini henüz bilmiyoruz. Gerekçeli karar yayınlandığından söz konusu üyelerin kapatmadan yana oylarını kullanırken ne tür kanıtlara dayandıklarını görme fırsatı bulacağız.
Anlaşılan odur ki mahkeme üyelerinin çoğunluğu parti kapatmaları konusunda Avrupa hukukunu, Venedik Komisyonu ilkelerini ve evrensel hukuk normlarını değil yerel düzenlemeleri ve herkesin bildiği türdeki kaygıları dikkate almayı tercih etmişlerdir. Sayın Mahkeme Başkanının kararı açıklarken yaptığı konuşmasında dile getirdiği hususlar önemli ve altı çizilmesi noktalar olsa bile mahkeme üyelerinin evrensel hukuku ve çağdaş dünyanın normlarını dikkate almalarına engel bir husus yoktur. Mahkeme yerel kısıtlayıcı ve sorunlu normlara dayanacağına evrensel hukuku önceleyerek sistemin demokratikleştirilmesi için öncülük yapabilirdi.
Karar her ne kadar partiyi kapatmamışsa da davayı ret de etmemiş ve önlerine konulan eylemlerin suç teşkil ettiğine karar vermiştir. öncelikle merak ettiğim ve cevaplanmasını beklediğim soru şudur: Mahkeme Ak Parti'nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğuna karar verip bu odak oluşun niteliğine bakarak kapatılıp kapatılmasına mı karar vermiştir? Yani önce odaklık oylanmış ve odak olduğu kararlaştırılmış, arkasından da öyle ise bu durumda kapatılıp kapatılmamasını mı oylamıştır? Bir yandan odak olduğuna, diğer yandan da kapatılmasının gerekmediğini kararlaştırıyor. Sayın Başkan kararı açıklarken altı üyenin kapatılmasını, dört üyenin Hazine yardımının yarısının kesilmesini, bir üyenin de ret edilmesini istediğini belirtti. Dört üyenin yardımın kesilmesi yönündeki oyuyla kararın alınması nasıl mümkün olmuştur. Muhtemelen dört üyenin bu yöndeki oyuna partinin kapatılmasını isteyen altı üyenin de oyu dahil edilmiş ve böylece on üye yardımın kesilmesini istemiştir. Bu durumda madem kapatılma olmadı öyleyse hiç olmazsa Hazine yardımını keselim tavrı ortaya çıkmıyor mu?
Ak Partiyi kapatma hususunda yeteri miktarda oyun bulunamamış olması, hiç kuşku yoktur ki Türkiye'yi ve hatta dünyayı rahatlatan bir sonuç olmuştur. Gerçekten de eğer kapatma yönünde bir karar çıkmış olsaydı bunun Türkiye'de yol açacağı kaosu düşünmek bile insanı tedirgin etmektedir. Türkiye kelimenin tam anlamıyla uçurumun eşiğinde dönmüştür. Kim ne derse desin mahkemeden kapatılma yönünde karar bekleyen çevrelerin bile altından kalkmalarının imkansız olduğu böyle bir karar Türkiye'yi tahmin edilemeyecek bir kaosa sürükleme potansiyeli vardı. Böyle bir sonuç sadece Ak Partilileri değil tüm Türkiye'yi etkileyecek ve ülkenin demokrasi yolundaki yürüyüşünü ciddi şekilde sakatlayacaktı.
Karardan sonra bazı çevrelerin iktidar partisi üzerinde kurmak istedikleri ciddi bir baskı ve yönlendirmelerin bütün çıplaklığıyla ortaya çıkması da dikkat çekicidir. Parti kapatılmadı ama partinin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu tespit edildi, öyle ise parti yönetimi bunu kabul etsin ve bunu izale edecek adımları hızlı şekilde atsın anlamında talepler dile getirilmektedir. İlk bakışta bu yaklaşım doğrudur. Parti laiklik karşıtı eylemler yapmış ve bu eylemler nedeniyle suç işlemiştir ki hazine yardımının kesilmesine karar verilmiştir. öyle ise bunu izale edecek adımları atsın demek yadırganacak bir durum değil. Ancak bunu dile getirenlerin tavrı, adeta partinin diz çökmesi ve aman dilemesini talep eder bir görüntü vermektedir. Ak Parti kendi kimliğinden, siyasi projesinden ve iddialarından vazgeçecek, diğer partiler gibi bir parti haline dönüşecek, kimliksizleşecek ve bir bakıma teslim alınıp ehilleştirilecek! Böyle bir durumda ortada Ak Parti diye bir parti kalacak mı? Türkiye'nin temel sorunu işte burada düğümlenmektedir. Türkiye tecrübesi partilerin farklı toplum projelerine sahip olmayı bir türlü kabul edemiyor, partileri birbirinin aynısı ve prototipi olarak görüyor. Bir bakıma çok partililik adı altında tek partililik söz konusudur. İşte sorun da budur zaten. Anayasa Mahkemesi verdiği kararla bu sorunu derinleştirmiştir.
Kararla gündeme gelen bir başka husus vardır ki yeteri kadar kimsenin üzerinde durmadığı görülüyor. Karar bir yandan ifade özgürlüğünü diğer yandan da örgütlenme özgürlüğünü daraltmıştır. İddianamede yer verilen ve laiklik karşıtı olarak gösterilen eylemlerin büyük bölümü ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirilecek hususlardı. Mahkeme bunları ret edeceğine bunları suç gördü ve karar bina etti. Parti için bir şeyi söylemek suçsa birey için suç olmayacak mı? İşin en önemli boyutu burasıdır ve ne hikmetse buna kimse dikkat çekmemektedir.